Tahliyesi zor olan bölgelerin insanları Haybah’da diri diri yakılıp, Galanşoh gölünde kaçınılmaz bir ölüme sürüklenirken, yaşlılarımız konvoyları yavaşlatmaması için katlediliyordu. Vatanlarından ayrılmayı istemeyerek, Kızılordu askerlerine direnenler de kurşuna dizildiler. Bütün resmi kayıtlardan, haritalardan, ansiklopedilerden Çeçen-İnguşlara ait bilgiler silindi ve yerleşim yerlerinin isimleri değiştirildi. Tüm nüfus, Alman ordusuna yardım ettikleri bahanesiyle cezalandırılırken, erkeklerin büyük çoğunluğu yine Almanya’ya karşı cephede Sovyet Rusya’yı savunmaktaydı. Savaşın ardından cephedekiler Kostrama bölgesinden Orta Asya’ya nakledildi.
500.000’i aşkın Çeçen-İnguş, 23 Şubat 1944 tarihinde yük trenlerine bindirilerek ülkelerinden koparıldılar.
Çeçen-İnguş halkının hafızasında bugün hala taze olan bu yolculuk boyunca, sürgünlerin %20’si açlık ve soğuk yüzünden hayatını kaybetti. İklim koşullarındaki değişiklik, ağır çalışma şartları ve salgın hastalıklar sebebiyle ölümler Orta Asya’da da devam etti. On üç yıl süren yoğun baskının ardından 1957 senesinde vatanlarına geri dönme hakkı kazanan Çeçen-İnguş halkı, tüm zorluklara rağmen bir kez daha soykırım cenderesinden kurtularak topraklarında kök saldılar.
Çeçen-İnguşlarla yakın tarihlerde on binlerce Karaçay-Balkar yine aynı bahanelerle ve yöntemlerle aynı sürgün yolculuğuna çıkarılmıştı. Sürgün sonrası boşalan topraklara zorunlu olarak yerleştirilen komşu halklar ve geri dönüşlerine izin verilen dağlılar arasında başlayan ve yerleşim yerlerinin paylaşımı sebebiyle ortaya çıkan anlaşmazlıklar, hala ve özellikle Rus iktidarının ihtiyaç duyduğu dönemlerde yeniden canlandırılmaktadır. Oset-İnguş anlaşmazlığı, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes’teki etnik sürtüşmeler bunun en canlı örnekleridir.
Tüm bu kirli politikaların ardında yatan en büyük sebep ise, günümüzde dahi hala kullanılan bir ‘Rusya taktiği’dir. Dağlı halkları suni ve yine kendisinin sebep olduğu anlaşmazlıklarla birbirine karşı kışkırtan Rusya, tarafları yine kendi sağladığı imkânlarla kırdırarak güçlerini yok etmektedir. Son adımda ise ‘Büyük Ağabey’ adaleti ve barışı tahsis edecek olan(!) tüm idari, askeri ve ideolojik gücüyle sorunlu bölgeye gelir, yerleşir ya da var olan hükmünü güçlendirir.
Rusya Federasyonu Başbakanı Çernomirdin imzasını taşıyan ve Çeçen halkını tekrar topraklarından sürme amacıyla hazırlanan 1994 tarihli plan, Kremlin iktidarının her dönem emperyalist niteliklere sahip olduğunun bir başka göstergesiydi. Çeçenistan-İçkerya Cumhuriyeti’nin şehit devlet başkanları Cahar Dudayev ve Zelimhan Yandarbiyev gibi sürgünde dünyaya gelen Aslan Mashadov’un belirttiği gibi “Yaşanan acılar hiçbir zaman tarih olmadı.” 2004 yılında 23 Şubat 1944 sürgününü soykırım olarak tanıyan Avrupa Birliği Parlamentosu da dahil, tüm dünyanın sessizce izlediği ve 250.000 sivil Çeçen’in ölümüne neden olan on dört yıllık savaşa karşı durmak için, bunun üzerinden de 60 yıl mı geçmesi gerekiyor?
Kafkasya Forumu, halklarımızın yaşadığı ve bugün hala kolektif hafızada canlı olan sürgünün 64. yıldönümünde bu günü bir yas değil, Cahar Dudayev’in ilan ettiği gibi “Çeçen Halkının Diriliş Günü” olarak anıyor ve özgürlük yolunda bir kez daha esaret ve yok oluşla sınanan Çeçen halkının sesine ses katıyoruz:
“AĞLAMAYACAĞIZ! YILMAYACAĞIZ! UNUTMAYACAĞIZ!”
Comments
No comment