Kafkasya’mızın büyük evlatlarından biri olan ve birçok değerli büyüğümüz gibi mezarı sürgünde öldüğü İstanbul’da bulunan, bağımsız Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin başbakanı Pşımaho Kosok (Kotse), bir yazısında şöyle diyordu: “Mayıs ayı canlılık ayıdır. Varlıkların çoğunda, baharda bir canlanma başlar. Bu mevsimde her şeyden güzellik, yeşillik, çiçek ve koku fışkırır. Hoş bir rastlantı sonucu olarak, Kafkas milletleri de uzun bir esirlikten sonra bu ayda yeniden bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı (11 Mayıs 1918 )”. (1)
Gerçekten de içinde bulunduğumuz günler, aynı zamanda Kafkasya’mızın yarım yüzyıllık bir esirlik döneminden sonra birliğini ve politik kişiliğini kazandığı ve bağımsızlığını yeniden ilan ettiği o günlerin de yıldönümüdür.
Önce Beyaz Rus orduları, sonra da Sovyet Rusya Kızıl Ordusu’nun Kafkasya’yı silah zoruyla yeniden işgalinden sonra, sömürgeciler ve onların tüm yerli yardakçıları tarafından özenle unutturulmaya çalışılan bu mutlu milli günümüzü ve onu yaratmak için Kafkasya’da mücadele veren, sürgün ülkelerinden gidip oradaki insanlarımıza destek olan, emek ve can veren tüm insanlarımızı da burada en iyi duygularla ve saygıyla anıyorum.
Yine bu günlerde, kuruluşunda ve yaşamasında biz Kafkasya kökenli yurttaşların da yadsınamaz katkıları ve emekleri bulunan, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bayramlarından birini, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı idrak etmiş bulunuyoruz, hepimize kutlu olsun.
Ancak ne yazık ki, Mayıs ayı bizlere sadece bu gibi mutlu günleri anımsatmıyor. 21 Mayıs 1864 günü de, Rusya açısından yüz yıllık “Kafkas Savaşı’nın” sonunu, bizler açısından ise, o günden sonra sona ermek bir yana, her gün katlanarak süren ve milletimizi neredeyse yok olmanın eşiğine getiren felaketlerin başlangıcını simgeliyor. O gün, Kafkasya’nın Karadeniz’e doğru inen yamaçlarındaki Akhçıpsu yöresinde bulunan Gubada’da (bugün Rusça “Krasnaya Poliyana” adını taşıyor) toplanan Rus ordusunun işgalci birlikleri, orada, Kafkasya’nın artık Rusya İmparatorluğu tarafından “kesin” olarak fethedildiğini dünyaya ilan eden dini-askeri bir tören düzenlemişlerdi. Bu “mutlu” tören yapılır ve Rus çarının kardeşi tarafından “kahraman” Rus subay ve erlerine madalyalar, ayrıcalıklar ve Kafkasya’dan topraklar dağıtılırken, Çerkes (Abaza-Vubıh-Adıge..) halkının yüzde doksanına yakın kısmı, köyleri ve kasabaları yakılıp tüm maddi varlıklarına el konmak suretiyle, feci koşullar içerisinde Karadeniz kıyılarına sürülmüş bulunuyor ve işgal edilerek yakılan son Adıge, Vubıh ve Abaza köylerinin henüz dumanları tütüyordu. (2)
21 Mayıs 1864 tarihi, işte bu uğursuz törenin ve Rus ordularının resmi geçidinin yapıldığı sembolik bir tarihtir. Yoksa bazen yanlış bir genellemeyle ifade edildiği gibi “Çerkesler’in Kafkasya’dan sürüldüğü tarih” değildir. Çerkesler ve diğer Kafkas halklarının sürgünü ve onların binlerce yıllık anayurtlarından “temizlenmesi” (3) ondan yüzyıla yakın bir süre önce başlatılmış ve vahşi Rus İmparatorluk ordularının ilerleyebilme gücüne bağlı olarak, adım adım, en vahşi ve insanlık dışı yöntemlerle günümüze kadar sürdürülmüştür.
Kafkasyalılara karşı yürütülen ve bir anlamda bugün de süren yüzyıllık savaş, “uygar” bir devletin ordusunun, belli kuralları olan ve sadece bir ülkeyi ele geçirip sömürmeyi amaçlayan savaşı da değildir. Çünkü Rus çarlığı, Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarında yer alan Çerkes (Abhaz-Vubıh-Adıge) topraklarını yalnız işgal ederek sömürmeyi değil, nüfus olarak da bütünüyle “temizleyerek” Ruslarla kolonize etmeyi amaçlıyordu.(4) Örneğin bazı Rusya yanlısı safdil yazarlarımızın bile “Rusya’ya karşı direnmediği için” (?) yerli nüfusunu bir ölçüde koruyabildiğini varsaydıkları Kabardey bölgesinin nüfusu bile, Ruslara boyun eğmek zorunda kaldığı 1800’lü yılların başlarında, kıyımlar ve sürgünler sonucunda 400.000 kişiden 35.000 kişiye (yani onda birden aza) düşmüş bulunuyordu. (Bununla birlikte bu nüfusun tamamı ilk aşamada yok edilebilmiş değildi. “Hacret Kabardeyleri” olarak anılan bir bölüm Kabardey Çerkesi, Rus bağımlılığını kabul etmemek için ülkesini terk etmişti. Köylerini bırakıp Kuban bölgesindeki özgür kardeşlerinin topraklarına sığınan bu Çerkesler, orada 62 köy oluşturarak işgalcilere karşı direnişlerini 1860’lı yıllara kadar sürdürmüşlerdi. Daha sonra Rus ordularının ilerlemelerine bağlı olarak, bunların büyük bölümü de topraklarından çıkarılarak Osmanlı topraklarına sürgün edildiler). (5)
21 Mayıs 1864’te Rus orduları Gubada’da zaferlerini kutlarken, köyleri ve tüm yaşama olanakları ellerinden alınarak deniz kıyılarına sürülmüş bulunan yüz binlerce insanımız, Karadeniz’in tüm kıyılarında, Samsun’da, Trabzon’da, Giresun’da, İnebolu’da, Burgaz’da, Varna’da ve daha birçok yerde açlık, sefalet, umutsuzluk ve bunlara eklenen salgın hastalıkların pençesinde yüz binlerle yok oluyordu. Aslında bu, o zamana kadar eşi pek az görülmüş bir soykırım ve bütün bir milletin yok edilmesiydi. Ama Kafkasya’nın şikâyet etmeyi bile ayıp sayan ve hor gördüğü düşmanına yenilmiş olmayı bir türlü kabullenemeyen gururlu insanları, maalesef bu olayları dünya kamuoyunun önüne koymakta da oldukça geciktiler.
1864 yılının o günlerinde tesadüfen Samsun’da bulunan Avrupalı gezgin H. J. Lennep, buraya ulaşabilmiş olan Kafkasyalı sürgünlerle ilgili olarak şu satırları yazıyordu:
“Samsun’a vardığımızda kasabayı gemiler dolusu gelen Çerkes göçmenlerle ağzına kadar dolu bulduk. Kasabanın nüfusu 10.000 kişiyi geçmezken, Çerkes göçmenler nedeniyle bugün nüfus 45.000 kişiyi çoktan aşmış. İtalyan konsolosu, halen kasabada bulunan Çerkesler’in 42.000 kişi olduğunu, her gün deniz yoluyla 500’den fazla göçmen geldiğini söylüyor. Samsun, bölge içinde sıtması ile ünlü bir yer. Toprağın bataklık olması sıtmanın hızla yayılmasına neden olmakta, iklim değişikliği ve sıtma yüzünden göçmenlerden her gün ortalama 700 – 800 tanesi ölmektedir. Sağ kalabilenler ise başka limanlar ve kentlere gönderiliyorlar. Gemilere hiçbir eşya kabul edilmediğinden yalnızca üzerlerindeki elbiseleri ve silahlarıyla gelen Çerkesler aç kaldıklarından, küçük yaştakiler dâhil çocuklarını çok ucuz bir fiyata pazarda satmak zorunda kalmaktadırlar. Bir kısmı bizi yolda birçok kez durdurarak tabanca satmak istediler. Silahlarını bile satarak yaşamlarını sürdürmeye çalıştıkları anlaşılıyor.” (6)
Sadece şu satırlar bile, Kafkasya’nın o gururlu halkının Rus İmparatorluğu tarafından düşürüldüğü acınası durumu biraz olsun anlamaya yetiyor. Hâlbuki belirtilen bu durum o günlerde yalnız Samsun için değil, Karadeniz kıyılarındaki tüm çıkış noktaları içinde aynen bahis konusudur. Feci sürgün olayları, daha sonraki yıllarda da çeşitli şekillerde sürdürülmüştür. (7) Kafkasya’dan sürülen halkımızın, tüm bunlara ve daha sonra karşılaştığı çeşitli felaketler ve yıkımlara karşın hala ayakta kalabilmesi ve yüzünün hala anavatanına dönük olması ise, binlerce yılın ötesine uzanan köklü ve özgün bir kültürün sonucu ve neredeyse bir mucizedir.
Biliyoruz ki, Kafkasyalı sürgünler ve onların sonraki kuşakları, zorla sürüldükleri Osmanlı topraklarında ve daha sonra ondan ayrılan ülkelerde de bir cennet yaşamı sürmediler. Bizler yaşadığımız ve yurttaşı olduğumuz tüm ülkelere, oranın sadık ve özverili yurttaşları olarak azımsanamayacak katkılarda bulunduk ve yurttaşlık görevlerimizi en iyi şekilde yerine getirdik. Ama bunun karşılığını her zaman aldığımızı söylemek ne yazık ki olanaklı değil. Örneğin Türkiye’mizde bile, zaman zaman şoven yönetimler ve bazı aşırı gruplar, ulusal kültürümüzü sürdürmemize, anadilimizi konuşmamıza dahi tahammül edemediler. Bizler ise bunu bile sorun haline getirmedik ve bu arada sevgili ata yurdumuz Kafkasya’ya olan sevgimizi ve bağlılığımızı da hiç kaybetmedik.
Günümüzde de her 21 Mayıs’ta, milletimizi neredeyse yok olmanın eşiğine getirmiş olan büyük sürgün olayı, Kafkasya’nın bazı cumhuriyetlerinde, Türkiye’nin Samsun, Ankara, İstanbul, Sakarya, Çorum, Maraş, İzmir gibi kentlerinde hüzünlü -ama geleceğe de yönelik- etkinliklerle anılıyor. Arada bu etkinlikleri “sürgünümsülerin yasımsı etkinlikleri” (8) olarak nitelemekten utanmayan bazı olumsuz tiplerin de çıkmasına karşın, halkımızın tarihinin ve güncel sorunlarının irdelendiği bu etkinlikler, 21 Mayıs’larda birçok ülkeden insanlarımızı ve dostlarımızı bir araya getiriyor. Bizlere güç veriyor ve saflarımızın sıklaştırılması için bir vesile oluyor.
Maceracı ve “dönüşçümsü” bazı tipler pek kavrayamasalar da, günümüzde sürgündeki Çerkesler’in (özellikle Abhaz-Abaza, Vubıh ve Adıgeler’in) yaşayan nüfusunun asıl çoğunluğu, hala atalarının sürülmüş olduğu topraklarda, artık oralara az çok uyum sağlamış ve belli bir statüye sahip olarak yaşıyorlar. Çeşitli özel sorunları da bulunan böylesine büyük bir kitlenin, bazı kariyerist tiplerin çocukça savurdukları “hakaretimsi emirlerle”, bir günde ve kitleler halinde ata yurduna dönmesi gibi bir olanak da bulunmuyor. Bunun için, hiç de kısa olmayacağı belli olan bir süreç yanında, her şeyden önce kendi toplumuna karşı saygı, sevgi ve özverili bir emek gerekiyor.
Diğer yandan hem Kafkasya’da hem diasporada, insanlarımızı bölmeye, birbirine düşman etmeye ve bu yolla etkisizleştirmeye yönelik, genellikle dıştan kaynaklanan bazı çalışmaların da dikkatle izlenmesi, değerlendirilmesi ve engellenmesi gerekiyor. Bu yöndeki bilinçli-bilinçsiz davranışlar son dönemde, örneğin Ankara Kafkas Derneği ve Kafkas Federasyonu’nun kongrelerinde, bazı kişiler tarafından “derneklerimizin adından Kafkas adının çıkarılması” için önergeler verilmesi gibi tehlikeli noktalara vardı. Bu gibi uçuk “fikirler” doğal olarak Rusya’daki bazı çevrelerden kaynaklanıyor. Özellikle SSCB döneminde, bir yandan görünüşte “enternasyonalizm” ve “halkların kardeşliği” gibi insancıl sloganlar atılırken, diğer yandan da halkımız neredeyse atomlarına kadar parçalanmış, Kafkasya çok sayıda ve doğal olmayan idari bölgelere ayrılarak, insanlarımız arasındaki tüm yatay ilişkiler ve bir araya gelme olanakları bütünüyle yok edilmişti. Daha da kötüsü, fiziksel olarak zaten parçalanmış ve azalmış bulunan Kafkas halklarının, aynı milletin parçası olma ve birbirine bağlılık bilinci de büyük ölçüde zaafa uğratılmıştı. Bugün, bu durum bir şekilde, diasporadaki insanlarımızın bilincine de egemen kılınmak isteniyor.
Bu gibi bayat oyunlara karşı çıkalım ve zaaf göstermeyelim.
İyi bir gelecek dileğiyle, hepinize saygılarımı sunuyorum.
Sefer E. Berzeg
(1)Pşımaho Kosok: “Yeşil Mayıs”. Birleşik Kafkasya, No:4, S. 3-8 İstanbul 1965
(2)Semen Esadze: Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali. Rusça’dan çeviren: Murat Papşu. S. 125-133. Kafkas Derneği Yayını. Ankara 1999
(3)”Temizleme” deyimi Rus belgelerinde açıkça kullanılıyordu. Kafkas sürgünü ile ilgili olarak sağlıklı bilgiler için: Nihat Berzeg Çerkesler, Kafkas Sürgünü Vatansız Bırakılan bir Halk. Çiviyazıları. İstanbul 2006. (Eserin Arapça (Amman 1987) ve Rusça (Maykop 1996) baskıları da bulunmaktadır.)
(4)A.g.e. S. 273-280
(5)Muhadin Bemırze: “Karaçay-Çerkes Cumhuriyetindeki Adıge Köylerinin Dünü – Bugünü”. Kafkasya Gerçeği, No.9 S.46-49. Samsun 1992. Barasbiy Bğejnoko: “Hajret Kabardeyleri”. Kafkasya Gerçeği, No:3, S. 17-20. Samsun 1991.
(6)H.J. Van Lennep: Travels in Little-Known Parts of Asia Minor. C.1, S. 43-51. London 1870. (Buradan naklen Sevgi Aktüre. XIX. Yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti Mekânsal Yapı Çözümlemesi. S.98. Ankara 1978.)
(7)Nihat Berzeg: A.g.e. Ali Kasumov-Hasan Kasumov: Çerkes Soykırımı. S.282-303. Rusçadan çeviren: Orhan Uravelli. Kaf-Der Yayını. Ankara 1995
(8)Sizden Gelenler: Necdet Hatam: “Sürgünümsülerin” “yasımsı” etkinlikleri! Nart (Kaf-Fed Yayın Organı), No:43, S.25. Ankara, Mayıs-Haziran 2005.
(*)”Kafkas Vakfı”nın organizasyonuyla. 21 Mayıs 2006 günü İstanbul’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan bu konferansa yazardan başka, Fehim Taştekin, Ömer Duran, Dr. Hasan Kanbolat (Türkiye), Prof. Dr. Georgi Ançabadze (Gürcistan), Prof. Dr. Anzor Kuşhabiy (Kabardey-Balkar Cumhuriyeti), Prof. Dr. Ahmet Murtazali (Dağıstan Cumhuriyeti), Doç. Dr. Lale Çamagua (Abhazya Cumhuriyeti), Dr. Almir Abreg (Adıgey Cumhuriyeti), Gazeteci Fatma Tlisova (Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti), Prof. Dr. Natella Akaba (Abhazya Cumhuriyeti), Avukat İshak Kuçukov (Kabardey-Balkar Cumhuriyeti), Prof. Dr. Lev Panamarov ve Prof. Dr. Yulia Latinina (Rusya) katılmış ve bildiriler sunmuşlardır.
Bu makale Sefer E. BERZEG’in “Kafkasya ve Diaspora Yayın Hayatından” kitabından Kafkasya Forumu için VAZIPHA Neslihan Arslan tarafından aktarılmıştır.
Comments
No comment