Avrasyacılık hareketi doğuşundan günümüzde siyasi bir parti oluşuna kadar farklı kişiler tarafından farklı şekillerde yorumlanmakla birlikte o iki temel evreye ayrılarak incelenmektedir: Klasik Avrasyacılık ve Neo(klasik)-Avrasyacılık. Zamanın Avrasya teorisyenlerinin jeopolitik tahminleri üzerinde belirleyici bir rol oynaması dolayısıyla görüş farklılıkları özellikle konjonktüre bağlı olarak belirlenmiştir. Bu açıdan klasik ve neoklasiklerin görüşleri arasında farklılıklar olmakla birlikte bu iki ekolün her birisinin kendi içerisinde de farklı görüşler söz konusu olmaktadır.
Klasik Avrasyacılık
Avrasyacılık 1917 sosyalist devrimi neticesinde ülkeden kaçan entellektüel Rus göçmenler tarafından oluşturulan ideolojik, toplumsal, politik bir hareketdir. Bu düşünce, Rus kültürünün Batı tarzı bir kültür olmadığı tezi üzerine oturtulur. Rus kültürünün, dünya kültürleri arasında Batı ve Doğu kültürlerinin özelliklerinin eşsiz bir karışımı olduğunu, bu yüzden aynı zamanda, hem Batıya hem de Doğuya ait olmakla beraber, gerçekte, iki kültürün de dışında olduğunu iddia eder bir görüştür.
Avrasyacılar her ne kadar da Rus kültürünü Asya ve Avrupa kültüründen izole etmiş olsalar da aslında Asya kültürünün (özellikle de Turanist kültürün) Rus kültürünü önemli oranda ve olumlu yönde etkilemiş olması dolayısıyla kendilerini Asya kültürüne daha yakın hissetmektedirler. Asya kültürünü dost kabul eden Avrasya ideolojisinin temel felsefesi Roma-Germen kültürüne karşı duyulan soğukluktur. Bu antipati ideolojiyi besleyen en büyük temel kaynaklardan birini teşkil etmektedir.
İlk dönem Avrasyacılar Avrasya kültürünü Roma-Germen kültürünün dışında kabul ederken Trubetskoy gibi bir kısım Avrasyacılar daha da ileri giderek Batı kültürünü tehlikeli bir düşman kültürü olarak nitelendirmeye başladılar. Ki, Trubetskoy’un ‘Roma-Germen hayat tarzının ve kültürünün bizim en büyük düşmanımız olduğunu unutmamalıyız’ sözü esasen Avrasyacıların görüşlerinin ortak yönünü oluşturmaktadır. Bu görüş içerisinde yer alan hayat tarzı ve kültür kelimelerine politika kelimesini de eklediğimizde Neo-Avrasyacıların felsefelerinin temelini de tam olarak ortaya koymuş oluruz ki günümüzde Moskova’nın bölgede yürütmeye çalıştığı dış politika mantalitesi ancak bu formül ile doğru olarak analiz edilebilir.
Klasik Avrasyacılar Batı kültürüne karşı duydukları bu düşmanlığı onun kendi doğrularını başka kültürlere karşı zorla üstün kılma ve Roma-Germen laik-Hıristiyan medeniyetini diğer milletlere dikta etmek istemesine bağlamaktadırlar. Roma-Germen medeniyeti dünya egemenliği için ikna kabiliyetini kullanmamakta, kaba ve maddi bir kuvvetle kendi yaşam tarzını dünyaya egemen kılmaya onu başka toplumlara empoze etmeye çalışmaktadır.
Batı kültürü kritiğe tabi tutulurken Slavyanist duyguların düşünceye hakimiyeti hissedilmektedir. Bu açıdan Avrasyacılık ile Slav milliyetçiliği arasında oldukça sıkı bağların olduğunu söylemek yerinde bir tez olacaktır. Aksakov, Kiriyevski gibi bir kısım Slav milliyetçileri (ilk dönem Slavistler) sadece Ortodoks Slav ırkının üstünlüğünü savunurlarken Danilevskiy, Lamanskiy (aynı zamanda Avrasyacıdır) gibi ikinci kuşak Slavyanistler bu üstünlüğü savunmakla kalmayıp Roma-Germen medeniyetinin dünya üzerindeki yayılmacı politikalarına karşı kendi kültürlerini korumacı programları da devreye sokmayı gerekli görmektedirler. Bu açıdan Avrasyacılar da Roma-Germen kültürüne karşı Rus kültürünün önderliğinde Avrasyacılık temelleri üzerinde bir yapı oluşturulması gerekliliğini öne sürmüşlerdir. Bu açıdan baktığımızda Slav ırkçıların esasen Avrasyacılığın beslendiği kaynaklardan birini oluşturduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Avrasyacılık ve Sosyalist Devrim
Avrasyacılardaki bu Batı düşmanlığı onları Sosyalist Rus Devrimine karşı olumlu düşüncelere sevk etti. Tabi onlardaki bu olumlu düşünce, sosyalizme karşı doğrudan bir sempati olmayıp devrimi Rus kültürünü Batı kültüründen izole edici bir araç olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Paris’te 1926 yılında yayınlanmaya başlayan ‘Avrasya’ dergisinin Bolşevik yanlısı görünmesinin en temel sebeplerinden birisi onun Avrasyacılığı doğuracak olması dolayısıyladır.
Avrasyacılara göre Rusya’daki komünist ideoloji zaman içerisinde zayıflayarak yerini Avrasya ideolojisine terk edecek ve dolayısıyla sosyalist devrim, Avrasyacılığa giden yolda en büyük görevlerden birini yerine getirmiş olacaktı. Yani sosyalizm Avrasyacılık ideolojisinde bir araç olarak önem arz etmekteydi.
Bu açıdan SSCB’nin ilk kuruluş yıllarında, Avrasyacılık ideolojisinin ateşli temsilcilerinden biri olan Savitskiy’in 1925-26larda bir kısım (gizli) politik örgütlenmeleri gerçekleştirmek amacıyla gizlice ülkeye giriş yaptığına şahit olmaktayız. Fakat yapılan çalışmalar Sovyet Gizli istihbaratı tarafından yasaklanıp dağıtılınca Avrasyacılık ideolojisi -politik manada- uzun bir süre (Gorbaçov’un Perestroyka’sına kadar) sekteye uğramış oldu.
Bu açıdan SSCB’nin ilk kuruluş yıllarında, Avrasyacılık ideolojisinin ateşli temsilcilerinden biri olan Savitskiy’in 1925-26larda bir kısım (gizli) politik örgütlenmeleri gerçekleştirmek amacıyla gizlice ülkeye giriş yaptığına şahit olmaktayız. Fakat yapılan çalışmalar Sovyet Gizli istihbaratı tarafından yasaklanıp dağıtılınca Avrasyacılık ideolojisi -politik manada- uzun bir süre (Gorbaçov’un Perestroyka’sına kadar) sekteye uğramış oldu.
Sosyalist ideoloji Avrasyacılar açısından hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak düşünülürken kendileri ve dolayısıyla da ideolojileri komünizm hedefine ulaşılması için araç oluverdiler. Avrasyacılık ideolojisi 1930ların başında politik manada sekteye uğramış olsa da kültürel amaçlı olarak sosyalist ideolojiye ciddi manada hizmet etmiştir/ettirilmiştir. Nevi şahsına münhasır bir kültür olan Sovyet kültürünün 70 yıl gibi kısa bir süre içerisinde oluşturulmuş olması aslında Avrasyacılık ideolojisi sayesinde gerçekleştirilmiştir. Yani Rus kültürü temel alınarak sosyalist kültürün oluşturulması Avrasya kültürü oluşturmanın neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabi suni olarak oluşturulmuş olan sosyalist kültürden uzaklaşma da onun oluşturulma süresinin kısalığıyla orantılı olarak hızlı olmuştur. Zira yeni kuşaklar artık Sovyet kültürüne oldukça yabancılaşmış durumdadır.
Neo-Avrasyacılık ve Dugin Fenomeni
Klasik Avrasyacılık çalışmaları SSCB döneminde kısmen devam ettirildi. Bu çalışmalar özellikle L.N. Gumilyev tarafından gerçekleştirildi. “Etnogenez ve Dünya biyosferi” (1976) ve “Eski Rusya ve Ulu Step” (1989) Avrasyacılığın klasikleri arasında yerini almış eserlerdir. Kendisinin de en son röportajında dile getirdiği gibi, Gumilyev klasik Avrasyacılığın son temsilcisi olarak kabul gördü. Fakat Rusya’da yeni bir Avrasyacılık ideolojisinin yeniden doğmaya başlaması tamamen Gumilyev’in dışında gerçekleştirilmiştir. Bu yeni Avrasyacılığın eskisinden tamamen farklı olacağından/olması gerektiğinden kaynaklanmaktaydı.
1980lerin ikinci yarısında SSCB’de yaşanan kaos ortamında “milliyetçi-muhafazakar” çizgisinde “Yeni Avrasyacılık” hareketi oluşmaya başladı. Bu hareket içerisinde Aleksandr Dugin, Proleter Asrın Sonu, Rusya Kıtası, Avrasya Bilinçaltı, gibi makalelerle Yeni Avrasyacılık fikri üzerine vurgu yapmaya başladı. Ayrıca İtalya’da ve İspanya’da da bu konuda kitapları basıldı. Gelenekselcilik çizgisini takip eden yeni Avrasyacıların Gumilyev ile hiçbir şekilde irtibat kurmamaları aksine‘Yeni Sağcılar’ ile sıkı ilişkiler içerisinde olmaları oldukça dikkat çekici olarak bulunmaktadır.
1991 yılından itibaren Dugin Genadiy Zügavov ile yakın bir ilişki içerisine girdi. 1991den 1993 yılına kadar bu yeni Avrasyacılar konferanslar, sempozyumlar, seminerler, yuvarlak masa toplantıları vs düzenleyerek adeta reklam furyasına kapıldılar. Bu tarihler arasında Dugin’in ve dolayısıyla da Neo-Avrasyacıların temel felsefesini teşkil eden okyanus-kıta veya Avrasya-Atlantik ikilemi Dugin tarafından kaleme alınan ‘Büyük Kıtalar Savaşı’ adlı makalede dile getirildi.
1991-93 tarihleri arasında Neo-Avrasyacılık ve dolayısıyla da Dugin üzerinde büyük bir şekillendirici etki oluşturan ‘Yeni Sağcılar’ın ünlü isimleri J. Tiriar, Klaudio Mutti, ?. Terrachano, A. Benois, R. Stoykers, M. Batara sıkça Moskova’ya uğruyorlar. Gelişen yeni Avrasyacılığın Batı’nın bu yeni sağcıları tarafından şekillendirildiği şüphe götürmez bir gerçektir.
Yeni Avrasyacılar gayretlerini jeopolitik, tarih felsefesi, din araştırmaları gibi alanlarada yoğunlaştırmaya başlıyorlar. Avrasyacı olduklarının şüphe götürmemesi için de klasik Avrasyacılığın temsilcilerinden Trubetskoy, Vernadskiy, Alekseyev ve Savitskiy’in kitaplarını özellikle Dugin’in yorumlamalarıyla bastırdılar. Ayrıca “Konspiroloji”, “Muhafazakâr İnkılap”, “Avrasya Misterileri”, “Hayırlı Haberin Metafiziği”, “Jeopolitiğin Esasları: Rusya’nın Jeopolitik Geleceği”, “Proleter Tampliyerler” gibi eserler Dugin isminin meşhur olmasını sağlıyorlar. Bu esnada Avrasyacılığın ideolojik fikirleri Komünist Parti, Liberal Demokrat Parti, Evimiz Rusya Partisi gibi hem sol hem de sağ partilerin söylemlerine ve hatta programlarına hakim olmaya başlıyor.
Bu dönemde Avrasyacılık fikri Kazakistan Başkanı Nursultan Nazarbayev tarafından aktif olarak kullanılmaya başlanıyor. Nazarbayev Avrasya Birliği adı altında Sovyet sonrası bölgenin birleştirilmesi çalışması içerine girdi. Hatta bu çalışmaları desteklemek adına Kazakistan’da Gumilyev adına bir üniversite bile kuruldu. Fakat bu çalışmalar, Yeltsin’in dar görüşlülüğü sebebiyle, tamamen olmasa da büyük oranda akim kaldı. Daha sonra Nazarbayev’in bu çalışmaları Dugin’e büyük oranda manevi destek oluşturdu.
Dugin fikir üretmeden çok, aslında siyasi sahnede rol alma düşüncesini taşımaktadır. Bu amaca ulaşma yolunda ilk adımı şüphesiz 1998 yılında Duma başkanı G.Selezniyov’un danışmanlığını yapmaya başlayarak atmış oldu. Bu esnada özellikle Neo-Avrasyacılığın da lideri olarak Rus eski dini inanışlarının ve geleneklerinin araştırılması çalışmalarını başlattı. Dugin Neo-Avrasyacılığın lideri olarak radyolarda, gazetelerde, dergilerde ortaya çıkmaya başlıyor ve kitaplarında, makalelerinde, radyo programlarında her konuyu Avrasyacı bir yaklaşımla ele alıyordu. ‘Rossiya’ adında başkanlığını Selezniyov’un yaptığı politik bir hareket oluşturulmasına rağmen bu hareket ciddi bir siyasi varlık gösteremedi.
Putin’in vekaleten göreve gelmesine destek olan Dugin 2001 yılında onun Bişkek’te “Avrupa-Asya Ekonomik Birliğini” kurmasıyla Putin ile ülkenin Avrasyalılaşmaya başladığını görerek ona olan sempati Başkan’ın Buruney’de ‘Rusya bir Avrasya ülkesidir’ sözüyle birlikte son seviyesine ulaşmış oldu. Dugin bu gelişmelerde kendi öğretilerinin etkisi olduğunu düşünerek kendisini adeta peygamberin en büyük havarisi olarak görmeye başladı. 2001 Mayıs ayında Avrasyacılık, Rusya Siyasal ve Toplumsal Hareketi adı altında resmileşti. 30 Mayıs 2002’de Moskova’da, bir manastırda “Avrasya” Siyasi Partisinin Kuruluş kongresi yapılarak liderliğine de A.Dugin seçildi.
Neo-Avrasyacılık, klasik Avrasyacılığın esas kavramlarını kendisi için teorik temel olarak almakla birlikte klasiklerdeki Roma-Germen medeniyetine karşı yapılan tenkitler ABD düşmanlığına dönerken (Batı değil) bu düşmanlık Dugin’in düşüncelerinin de özünü oluşturmuştur. Roma-Germen kelimesi Neo-Avrasyacılıkta yer almazken Atlantis kültürü, Anglosakson dünyası gibi kavramlar sıklıkla kullanılmakta ‘Yeni Sağcılar’ın etkisiyle kıta Avrupa’sı olumlu olarak betimlenmekte ve kendisiyle anlaşılabilecek bir dünya olarak görülmektedir. Zaten böyle görülmemesi durumunda Avrasya’nın doğusu ile batısını birleştirme fikri (bu fikir jeopolitiğin kurucusu K.Haushofer’e ait) Moskova merkezli Almanya-Rusya-Japonya jeopolitik ekseninin oluşturulması düşüncesini bir temele oturtma düşüncesi imkansız bir hale gelecekti. Bu eksenin oluşturulması, okyanus kültürüne ve onun yayılmacı politikasına karşı koymanın temellerinden birini oluşturması dolayısıyla Neo-Avrasyacıların temel argümanlarından birini teşkil etmektedir.
Neo-Avrasyacılar için her ne kadar toprak kanın altında yer alsa da (Bölgecilik milliyetçiliğin önünde prensibi) Ruslar ve Rusya temel alınarak planlar oluşturulmaktadır. Rusya, Avrasya birliğini oluşturacak diğer birlik üyesi devletler arasında eşitler arasında birinci olarak yer almaktadır. Rusya’nın önderlik etmediği bir Avrasya birliği söz konusu bile olmamaktadır. Neo-Avrasyacılardan biri olan V. Fedorov bu durumu şu şekilde dile getirmektedir: ‘Avrasya devleti birliği ancak Avrasya milli devletlerinin bir araya gelmesiyle mümkün olabilir ki bu birliğin oluşması da ancak bunların arasından en güçlü etnik Rus devletinin yönetiminde (egemenliğinde) söz konusu olacaktır’. Bu sözler Avrasya birliği açısından Rusya’yı asıl onun dışında bulunan diğer devletleri ise teferruat olarak görmektedir.
Klasik Avrasyacılarda görülen makyevelist felsefenin Neo-Avrasyacılarda hat safhaya ulaştığını görmekteyiz. Öyle ki Dugin Rusya’nın bir Avrasya devi olarak doğmasını gerçekleştirmek amacıyla bölge ülkeleri üzerinde bütün kirli oyunları sakıncasız görmektedir ki bu durum onda, doğal olarak iki yüzlü bir kişiliği oluşturmuştur. Aslında Neo-Avrasyacılık Avrasya birliği oluşturma yolunda Avrupa Birliği gibi bir birlik oluşturmadan çok kaos ortamından bir sistem oluşturma, Rusya imparatorluğunu meydana getirme mücadelesi vermektedir. Bu uğurda İran ve Türkiye gibi bölge ülkelerini, bir şekilde birbirlerine karşı kullanmayı düşünmektedir.
Neo-Avrasyacılık görüşünün esasta Rus İmparatorluğunun oluşumu için bir araç olarak var olmasını Dugin’in kendisi bile bir kısım yazılarında itiraf etmektedir. Atlantik kültürü aleyhtarlığını öne sürerek özellikle Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkelerde yandaş bulma ve Avrasya birliği uğrunda devrim yapabilecek üst seviyeli yönetici taraftarlar edinmeye çalışmaktadır. Ona göre bu tür ülkelerde iş başında olan yöneticiler Atlantik taraftarı olmakla birlikte özellikle Türkiye gibi ülkelerde halkta şiddetli bir ABD antipatisi söz konusudur ve bu gücün harekete geçirilmesi gerekmektedir.
Türkî cumhuriyetler üzerindeki kan ve dini bağlar dolayısıyla bu ülkeler üzerinde ciddi bir etkiye sahip olduğu varsayılan Türkiye’nin, özellikle son yıllarda, Avrasyacı (kendi tanımladığı manasıyla) bir dış politika gütmeye başlaması Moskova’yı rahatsız etmektedir. Dolayısıyla İran İslam Cumhuriyeti’nin devreye sokularak Ankara’nın bölgedeki aktivitesinin bir şekilde frenlenmesi açık olarak dile getirilmese de özellikle Moskova’nın İran ile olan ilişkilerindeki ilerlemeler bu durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Atlantik çizgisinde giden bir Ankara vasıtasıyla onun etki alanında bulunan Post-Sovyet bölgesindeki cumhuriyetler de, dolaylı olarak Atlantik çizgisine çekilmiş olacaktır. Özellikle bu açıdan Atlantik yanlısı bir Türkiye Neo-Avrasyacıların amaçlarına ulaşması açısından en büyük engellerden biri olacaktır.
Turan ve Slav işbirliğini tarihi derinliklerdeki ilişkilere dayandırarak geliştirilmesi fikrini savunan klasik Avrasyacıların tam tersi olarak Neo-Avrasyacılar Atlantik yanlısı bir Türkiye’yi Moskova merkezli Avrasyacılığın en büyük rakibi olarak kabul etmektedirler. Onun kardeş ülke olarak kabul ettiği bu cumhuriyetlerle olan ilişkisini geliştirmesi Moskova’nın bölgeye yönelik politikalarının akim kalmasına ve dolayısıyla da bir birlik oluşturulmasına engel teşkil edeceği varsayılmaktadır.
Dugin, Rusya’nın bir Avrasya devi olarak doğması hususunda Türkiye’nin bölgeden izole edilmesinin imkansız olduğunu belirtirken Türkiye’nin ideolojik manada siyasi ve ekonomik rotasındaki radikal (?!) bir gelişmenin, 180 derecelik bir dönüşümün ve devrimin Türkiye’nin bu alandaki politikalarını Rusya’nın emrine amade edeceğinin altını çizmektedir. Yani Dugin’e göre Avrasyacılık politikası dâhilinde Türkiye’ye biçilen rol Atlantik çizgisinden çıkıp Avrasya çizgisine yani Moskova’nın emrine girmesidir.
Turancı bir Avrasya jeopolitiğine karşı oluşturulmuş olan plan içerisinde İran’a büyük bir rol verilmektedir. Moskova, Pan-Turanist bir çizgiye girmiş ve girme meylinde olan cumhuriyetlere karşı Tacikistan, Pakistan, Afganistan’ı etkisine alacak olan Pax-Persica ideolojisini desteklemek zorundadır, aksi durumda Orta Asya’daki Pan-Turanist çekim gücü Moskova’yı bölgeden tamamen dışlama ile sonuçlanacaktır. Tabi Dugin’e göre İran İslam Cumhuriyeti’ni desteklemek ve onunla iyi ilişkiler kurmanın yanı sıra diğer cumhuriyetlere nazaran Moskova çizgisine daha yakın olan ve Avrasyacılık fikrini destekleyen Kazakistan, bir şekilde kullanılarak Türkiye’nin bölge ile ilgili sosyo-kültürel ve ekonomik bağlarını zayıflatılarak Moskova’nın da bu ülke üzerinden bölgeye yayılması planlanmaktadır.
Moskova’nın Avrasya birliğini oluşturması açısından stratejik önem arz eden Kafkaslar, Avrasyacı jeopolitiğin olmazsa olmaz kalemlerinden birini oluşturmaktadır. Bilindiği gibi bu bölge Tahran-Ankara-Moskova üçgeni içerisinde bulunması Kıta-Okyanus ikileminin potansiyel mücadele arenası olmasını gerekli kılmaktadır. Dugin, Avrasyacılığın alacağı en büyük darbenin bu bölgeden geleceğinin altını çizerken maliyeti ne olursa olsun bölgenin kontrolünün Atlantik çizgisine kaymasının engellenmesini, Moskova’nın dış politik öncelikleri arasına alınması gerektiğini önemle belirtmektedir.
Bölgenin ülkelerinden Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan doğal olarak Avrasyacılığın ilgi odağı haline dönüşmüş durumdadırlar. Bu ülkelerle ilgili olarak son yıllarda yaşanmış olan ve de günümüzde yaşanan bir kısım (sürpriz) gelişmeler Moskova’nın Neo-Avrasyacı bir politikayı uygulamaya koyduğunu göstermektedir. Kaos ortamını çok iyi yöneten Putin ve ekibi, bölgede kaybedecek şeyinin (halk tabiriyle kefesinde kırılacak yumurtasının) Washington’a göre daha az olması dolayısıyla bölgede kargaşa ortamını dört gözle beklediğini söyleyebiliriz. Bu hususta İran ile iyi ilişkiler içerisinde olması da, doğrudan Türkiye’ye ve dolaylı ve asıl olarak da ABD’ye karşı olmanın gereği olarak, bu durumun bir neticesi olmaktadır. Bir şekilde Gürcistan ve Azerbaycan’ın Türkiye etkisinden uzaklaştırılması için yüksek maliyetlerin göze alınmasının da altını çizmektedir. Dugin, Azerbaycan’ın kendisini Avrasyacı Moskova’nın kontrolüne bırakması durumunda Karabağ işgalinin sona erdirilmesi kendiliğinden oluşacak bir çözüme dönüşecektir. Bakü’nün Atlantik çizgisine dahil olması durumunda bölgenin kaos ortamına dönüş(türül)eceği tezi Dugin’e göre kesin gibi bir şeydir.
Kafkas üçgeninin bir köşesini oluşturan Türkiye, Kafkasya’nın istikrarı için kazanılması gereken ülke olarak görülmektedir, fakat Atlantik gücünün olmazsa olmazı olarak kabul gören Ankara’nın Moskova planlı bir Avrasyacı çizgiye gelmesinin imkansızlığının da altı sıkça çizilmektedir. Ona göre Moskova’nın planları dahilinde Avrasyacı çizgiye gelmeyen Ankara yönetiminin Kürt (terör) sorununun hareketlendirilmesi (çözümsüz bırakılması), özellikle İran yanlısı aşırı dinci örgütlerin desteklenmesi vs sayesinde yola gelmesi sağlanmalıdır.
Yine Atlantikçi çizgide politikalar oluşturan Türkiye’nin, Rusya’nın ilgili bölgelerindeki Pan-Turanist gücünün kırılması amacıyla özellikle Tataristan, Başkurtistan, Dağistan gibi cumhuriyetlerdeki Türkiye kökenli örgütlenmeler -Atlantikçi gücün uzantıları olduğu düşünülmesi dolayısıyla- Avrasya birliği oluşturulması çalışmaları aşkına sonlandırılmalıdırlar.
Sonuç
XX.yy başlarında oluşturulan Avrasyacılık ideolojisi temellerini Roma-Germen düşmanlığı çerçevesinde oluştururken Avrasya kültürünün Slavyan ve Turancı faktörlerin olumlu etkileşiminden meydana geldiği tezleri üzerinden akademik seviyeli araştırmalar iki kültürün Batı kültüründen farkını ortaya koyuyordu. Dönemin aktif Avrasyacıları zaman içerisinde Avrasya devine dönüşeceği tezleri dolayısıyla sosyalist devrimin sıkı destekçileri arasında yer aldılar. Fakat düşündükleri bu tez doğru çıkmamış aksine sosyalist ideolojinin amacına hizmet eder hale dönüştürülmüştür.
Özellikle kaos ortamlarının neticesi olan Avrasyacılık türü arayışlar SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte yeniden gündeme gelmeye başladılar. Sosyalist Birliğin parçalandığı bu yeni dönemde devleti kurtaracak ve onu yeniden Düvel-i muazzama arasına sokacak yeni bir ideoloji yaratıldı: Neo-Avrasyacılık. Bu ideoloji devletin yıkılma sürecini yaşadığı Yeltsin dönemi itibariyle kuluçka dönemini geçirdi.
Kuluçka ve olgunlaşma dönemi Putin yönetiminin başa gelmesi ile birlikte tamamlanmıştı. İşte Avrasyacı bir döneme girildiği bu son 9-10 yıllık süre içerisinde Moskova’nın iç ve dış politikalarında meydana gelen bütün radikal gelişmeleri ancak bu Neo-Avrasyacı (Duginist) ideoloji çerçevesinde yorumlayarak bir mantık temeline oturtabiliriz. Özellikle son dönemde başta Kafkaslarda olmak üzere şimdi Moskova’nın arka bahçesini oluşturan Post-Sovyet bölgede meydana gelen bütün gelişmeler Atlantikçi-Avrasyacı, kıta-okyanus çatışması formülüyle açıklanabilecek olaylar olarak karşımızda durmaktadır.
Neo-Avrasyacılar için büyük öneme sahip Kafkasya bölgesinin kuşatan sacayaklarından biri olması ve Avrasyacılık tezlerinin temelini oluşturan Turanizm’in temel taşı olması dolayısıyla Türkiye, ister istemez odak ülke pozisyonuna gelmiş durumdadır. Atlantikçi çizgide bulunan Türkiye’nin iç ve özelliklede bölge ile ilgili dış politikasında yaşanan bütün gelişmeleri, Moskova’nın uygulamaya koyduğu Duginist Neo-Avrasyacı politikasına göre analiz etmek doğru reaksiyonlar üretme adına faydalı olacaktır.
Kaynak:
1. M.A.Maslin, Neoyevrazistvo o sudbe Rosii// Yevraziskoya ideya i sovremennost. Pod red. N.S.Kirabayev, A.V.Semuşkin, S.A.Nijnikov. Moskva, 2002.
1. M.A.Maslin, Neoyevrazistvo o sudbe Rosii// Yevraziskoya ideya i sovremennost. Pod red. N.S.Kirabayev, A.V.Semuşkin, S.A.Nijnikov. Moskva, 2002.
2. L.N.Gumilyev, İz istorii Yevrazii. Moskva, 1993.
3. A.G.Dugin, Velikaya Vayna Kontinentov. // Den, 1992, 5.
4. A.Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım. İstanbul, 2003
5. A.Dugin, Moskova-Ankara Ekseni ‘Avrasya Hareketi’nin Temel Görüşleri. Kaynak Yayınları
Comments
No comment