Sivil Siyasete Karşı Şiddet Barbarlıktır!

 
2000 yılında Rusya Federasyonu’nun (RF) ülkedeki rejimi ve idari yapıyı öncesine göre kısmen hızlı bir şekilde dönüştürmek için start verdiği yeni stratejiler ve dönüşüm projelerinin RF’de gerçekleşen bazı şiddet olaylarıyla paralelliği bugün Kafkasya’da gelişen olayların arka planını okumak için iyi anlaşılmalıdır. Son günlerde, Kafkasya’daki Çerkes Halkı’nın 2000’den beri hızla gaspedilen hakları ve geçtiğimiz yüzyıllarda gaspedilen tarihsel hakları için daha kararlı bir şekilde mücadele ediyor olması, hem Moskova’ya hem de onun yerli işbirlikçilerine rahatsızlık vermektedir. Çerkes Halkının 1920’lerden beri 4 değişik idari yapı altında, yapay sınırlar ve kimlikler içinde yaşamak zorunda bırakılmasına ve devlet başkanlarının Moskova tarafından atanıyor olmasına rağmen, kimliğini bugün daha güçlü bir şekilde sahipleniyor olması, Kremlin’in bölgeyle ilgili stratejilerine önemli bir engel teşkil etmektedir. Bu engelin ortadan kaldırılması için bugünlerde örneğini gördüğümüz bir takım “fabrikasyon” çatışmalar tetiklenmektedir. Sözde “Çerkes-Balkar” ve “Çerkes-Karaçay” çatışmaları böyle bir stratejinin ürünüdür ve amacı Çerkesler ve kardeş Kafkasya Halklarının tarihsel haklarını gaspeden antidemokratik, otoriter rejim ile yürüttükleri mücadeleyi hedefinden saptırmak, sivil ekseninden çıkararak marjinalize etmek ve yüzyıllardır beraber yaşayan halkları birbirine düşürmektir. Yerel cumhuriyetlerin başkan ve yardımcılarını etnisitelerine bağlı olarak merkezden atama ve görevlendirme şeklinde kendisini belli eden teamüller ise halkın taleplerini görmezden gelmesinin yanında, etnik gerilimlere sebebiyet vermektedir.
 
Bugün yaşanılan sorunların sorumlusu olan rejim ve onun emperyalist politikaları kendisine yönelecek olan talep ve baskıları en baştan engellemek için sivil örgütleri 2000 yılında tamamıyla devletleştirmiş, bir kısım aktivisti saf dışı etmiş, 11 Eylül sonrası ortaya çıkan sözde “Radikal İslam Tehlikesi” modasına uyarak, sivil muhalefetin kapılarını kapatmış, haklarını gaspettiği halka uyguladığı zulüm ile “radikal” grupların kadrolaşmasının önünü kendi eliyle açmıştır. 2005 yılında KBC’de yaşanan trajik olayların ve 20’li yaşlardaki 200’e yakın Çerkes gencinin ölüme gönderilmesinin sorumlusu yine bu strateji ve yöntemlerdir.  
 
Bugün, iki Çerkes aktivistin başına gelenler ile örneğini gördüğümüz, halkı için yasal yollardan mücadele veren insanların canı ve emekleri üzerinden uygulanan bu yöntemlere itibar edilmemesi gerektiğidir. Oynanan bu oyun bir yönüyle diasporayı da içine almaktadır. Milliyetçi duygular suistimal edilerek , tetiklenen yapay çatışmaya bir taraf yapılmak istenen Çerkes diasporası bu oyunlara gelmemelidir.
 
Bu noktada son olarak, tarihsel gelişim süreci türlü yollarla engellenen Çerkes halkının kimlik mücadelesinin daha geniş toplum kesimleri tarafından sahiplenileceğini umuyor, bu yolda uğraş veren insanlarımızı ise selamlıyoruz!
 
KAFKASYA FORUMU

Bir cevap yazın