Büyük bir ızdırabı ve bazı nadide halkları inceleyen bir tarih ve seyir defteri
Oliver Bullough’un kitabında, Çerkesler’in 19. yüzyıldaki trajedisini özetleyen, üzerinden atlanamayacak enfes bir paragraf var.
Yazar, bir buçuk asır önce Çerkeslerin Çarlık Rusya’sı tarafından anavatanları Kuzey Kafkasya’dan sürülmelerini takiben on binlercesinin açlıktan ve hastalıktan telef olduğu Türkiye’nin Karadeniz sahilinde bir dağ köyü olan Akçakale’dedir. Deniz kenarında bir uçurumun yamacını tararken, bir kaya yarığında insan kemikleri bulur. Yerlilere, Çerkesler’in o dönemki halleriyle ilgili büyüklerinden duyduklarını, bu arazideki Çerkes mezarlarını sorduğunda şaşkına döner. Dediğine göre, köylülerin neden bahsettiğiyle ilgili hiç bir fikri yoktu yahut ona bir kaçıkmış gibi bakıyorlardı.
Kitabın bu bölümü Çerkes soykırımının hikayesini muntazam bir şekilde özetliyordu: Kemikler heryerdeydi, cehalet de öyle… Oliver Bullough, bir milyon Çerkes’in 1864’de küçük yük gemilerine nasıl istiflendiğini ve Osmanlı kıyılarına nasıl yollandıklarıyla ile ilgili bilgi almak için, bugün Rusya’nın Karadeniz sahilinde bir tatil kenti geçmişteyse bir Çerkes kalesi olan Soçi’de yer alan yerel bir müzede bölgenin orjinal sakinleriyle ilgili, araştırma gerçekleştirdi. Sürgün edilenlerin bir çoğu o kıyılara hiç bir zaman varamadı (hayatta kalan bir çok genç kadın ise köle olarak satıldı). Müzede sadece bir grup mülteciyi gösteren bir resim bulabildi. Bullough, kitabında: “Herhangi birilerinin öldüğüne dair bir ifade yoktu” diye yazıyor.
Hiç bir kitap, Kuzey Kafkasya’nin akıl almaz mozaiğini tek başına ele alamaz. Avarlar, Karaçaylar, Wubıhlar, Darginler, Adigeler bu mozaiğin sadece bir kısmı, ancak Bullough’un tarihsel seyir defteri bu parçalardan bir kaçını ustaca aydınlatıyor. Bu bölge yüzyıllardır olduğu gibi, etnografları ve daha önemlisi işgalcileri şaşkına çevirmeye devam ediyor.
Yazarın anlattığına göre Rus liderleri, Çarlık ve Sovyetler’in küstah generallerinin hatalarını, son yirmi yılda iki korkunç savaşa sebep olacak şekilde tekrarlamaktalar. Kafkasya’nın toprakları kanla yoğrulurken, bölgeden sürekli bir cehennemi anlatan haberler geliyor: Terörist saldırılar, çete savaşları, isyancılar, suikastler ve intihar bombacıları.
Bullough, araştırmasında yorulmak bilmiyor. Vahşete birinci elden tanıklıklara ve sağ kalanların yaptığı araştırmalara ulaşmak için küçük Çerkes gruplarını ziyaret ettiği Kosova ve İsrail’e, Çeçenler ile röportajlar yaptığı Ürdün ve Kazakistan’a seyahat etti. İkinci dünya savaşı sırasında Sovyet güçleri tarafından imha edilen Balkar köylerinin kalıntılarını incelemek için dağlara tırmandı ve belki de kitabının en acıklı tablolarından birinde, 2004’deki okul katliamından sonra Beslan morgundaki cesetleri saydı.
Cömert ve konuksever
Bu tür materyaller ile kitap (Let our fame be great-“Bırakın Şöhretimiz Büyük Olsun”), okuyucunun adaletsizliğe dayanıklılığını test eden bir tahammül egzersizi gibi. Çok şükür, bu moral bozucu konu, Bullough’un özgün simalar ile yaptığı röportajlar ile yumuşatılmış. Çektikleri acılara rağmen, bir çoğu cömert ve konuksever insanlar olarak kalmışlar. Türkiye’de bir anma töreninde, 19. yüzyıldaki savaş ve sürgünler sonucu öldürülen yarım milyonu aşkın ataları için hüzünlü şarkılar söyleyen yüzlerce Çerkesin bir araya geldigi kalabalığının oluşturduğu bu sahne için herhangi bir kimsenin acele bir umut hissetmemesi mümkün değil.
Dünya, Çerkes soykırımını birgün tanıyacak mı? Herşey, bugünlerde Ermeniler’den ders alan ve Avrupa başkentlerinde lobi yapmaya başlayan, yaklaşık beş milyonu bulan güçlü Çerkes diasporasına bağlı. Amaç, Rusya’nın Soçi’de Kış Olimpiyatları’na evsahipliği yapacağı 2014 yılına kadar destek kazanmak. Kuzey Kafkasya’da devam eden felaketler göz önüne alınırsa, Çerkesler’in dikkatli dinleyiciler bulma şansları var.
Ancak, umut her zaman realite ile çarpışır. Bullough’un yalan kültürüne olan uyarıcı tanıklığı sadece Rusya’daki “resmi tarih”e dert olmakla kalmıyor, Kafkasya ile ilgili herşeyi ilgilendiriyor.Çerkes trajedisini tanımak, Batı’yı kökleri Kremlin’de başlayan sinsi yalan kültürüyle doğrudan ve kaçınılmaz bir yüzleşmeye sevk edecektir.Ne Brüksel ne Washington buna cesaret edebilecek gibi gözükmüyorlar.
Gary Peach, 11.11.2010, European Voice (Avrupa’nın Sesi)
Gary Peach, Riga (Letonya) merkezli bir gazetecidir.
Çeviri: Shumaf Sencer
Comments
No comment