8 Mart

Bugün 8 Mart.Yani dünya kadınlar günü.

Bu günü Malkar kadınlarına bir sormalı, neler anlatırlar?

Mesela Midhat’ın annesine. Muhtemelen şu olayı anlattığını duyacağız: “Beş yaşındaki Midhat, karnını tutmuş yerlerde kıvranıyor, gittikçe kısılan bir sesle "annemi çağırın, annemi çağırın" diye yalvarıyordu. Başına toplanmış olan çocuklar annesinin nerede olduğunu bilmiyordu. Midhat'ın annesi ancak akşam döndü ve oğlunun cansız bedeni ile karşılaştı.”

Çünkü; Öncelikle çocuklar ölmeye başlamıştı. Çünkü : açlık adamı öldürürdü!

Çünkü; yolculuk bittikten sonraki uzun bekleyişler, insanların köleler çarşısında seçilerek çeşitli çiftliklere gönderilmesi, sürgün yerlerindeki gayri insanı yaşam koşulları, dayanılmaz açlık, köle gibi çalıştırılan aile büyüklerini neredeyse göremeyen çocukların yalnızlığı, sürgün edilenlere yerli sakinlerin "vatan hainliği" imasıyla düşmanca ve aşağılayıcı tavırları, akrabaların, dostların, komşuların ölümleri, olağan hale gelmişti.

Ya da kocası ve oğulları Sovyet ordusunda savaşırken, sağ olup olmadıklarını bile bilemezken, günlerdir ağırladıkları askerlerce bir gecede vatanından da edilen bir diğerine sorsak. Ya da sürülemeyecek kadar hasta olduğu için ölüme terk edilen yaşlı bir babaanneye. Ya da sürgün steplerinde derme çatma yaptığı yuvasından durup dururken tekrar tekrar sürülen bir diğerine. Ya da oğluna aldığı yeni çizmeleri sürgün şartlarında bile yıllarca saklayıp da -Asya steplerindeki tüm kampları yıllarca gezerek annesini, açlıktan bayıldığı köyde bulan- 12 yaşındaki oğluna veren anneye. Yada annesinden sonra tekrar uçsuz yollara düşen o çocuğun sonunda bulduğu kız kardeşlerine…

Anlatsınlar; Sibirya'nın ne kadar soğuk, steplerin ne kadar çorak, açlığın ne kadar zor, hasretin ne kadar acı, akıbetinden habersiz ve umutsuz yılların ne denli anlatılamaz olduğunu. Tabi hain damgasıyla hayvandan aşağı muamele görmek ve içleri kavuran vatan hasretini de.

Anlatsın bir kadın,savaşta sakatladığı ayağı ve bir avuç buğdaya değişmek zorunda kaldığı savaş kahramanı madalyası dışında ,tek varlığı acısı kalmış olan kocasının yıkık omuzlarını.Ama anlatacaklarının sonunda hepsinin sözlerinde; “ Ölenlerimizi sırtımıza yüklenip gideceksek de, bir çare bulup gidelim Kafkasya’ ya ..” ve “Kafkas dağlarının taşlarını yalayıp Kuban nehrinin suyunu içer yine karnımızı doyururuz “ diyerek yol hazırlıklarına başlamaları vardır. 14 yıldır her bir ailenin dışı ile tırnağı ile kazandıkları üç beş kuruş ile yapılan evler , alınan eşyaların hepsi yok pahasına satıldı.Yanlarında sadece üç beş parça bir eşya yükü ile tuttular Kafkasya’nın yolunu. Ama tuttular.kadın, çocuk, yaşlı ,hasta demeden.İşte kafkasyanın büyüsü. İşte sürgünlerin kafkasyayı içlerinde taşıdıklarının kanıtı. Nerede ve nasıl yaşarsa yaşasın, cesur, vakur, kendi gibi. Unutmayarak direniriz. Unutmayarak var kalırız.

Ağlamadan anlatamayanlara soralım 8 martı. Dinleyip de ağlamamayı başarabilirsek tabi…

Sürgün kardeşleri olarak tüm Kafkasyalılar, Anadoluya, Asya steplerine, Sibiryaya, Orta doğuya sürülenlerin torunları olarak faşizme ve emperyalizme inat; 21 mayıslar, 2 kasımlar, 23 şubatlar, 8 martlar içimizde yaşamalı, varlığımızın dünyaya haykırışı olmalı.

Bu gün aynı zamanda başka bir Sibirya sürgünü halkın onurlu direniş lideri Çeçenya 3. Devlet başkanı Aslan Mashadov’un şehadetinin 6. Yıldönümü… Vandalizmi devlet politikası haline getiren Rusya, halen Aziz şehidin cenazesini ailesine vermiş değil!

İnsanlık adına,

Hatırlamak direnmektir…

Bir cevap yazın