Bu kitap, otorite karşısında vicdanını hapsetmekten yorulanlar, “artık itaat etmeyeceğim” diyenler için bir rehber niteliğinde. Bahsedilen bu itaatsizlik “sivil” ve şiddet barındırmıyor . Toplumun vicdanının meşru ve haklı gördüğü istemler için barışçıl yöntemle örgütlenerek şiddete başvurmadan harekete geçmeyi öngörüyor.
Bu “sivil itaatsizlik” demokrasi istiyor. Kürt sorununu çözmeyi, dünyada sürgün yaşayanları kucaklamayı, vicdani retçileri anlamayı, 301’i kaldırmayı talep ediyor. Irkçı milliyetçiliğin ‘ötekiler’i daha fazla üzmesine tahammül edemiyor, militarizmi reddiyor. “Daha az devlet, daha çok toplum” diyor.
ÖNSÖZ
Türkiye’deki hukuk erbabını üçe ayırabiliriz: Hukukun evrensel standartlarına aldırmayan, “devlet bizim İçin adaletten önce gelir’ci kavruk “kanuncular”; evrensel hukuku izleyen ve Türkiye’nin hukuk sistemini oraya uydurmaya gayret eden “salt hukukçular” ve nihayet Ümit Kardaş gibiler… Yani mevcut evrensel hukuk çerçevesini Önemsemekle birlikte onunla yetinmeyen, onun içine daha fazla adalet zerk etmenin yollarını arayan, kafasını buna çalıştıran, dolayısıyla yalnız hukukla değil siyasetle, felsefeyle ve sosyolojiyle de hemhal olan “adalet arayışçıları…”
Bunu, elinizde tutmakta olduğunuz kitabın daha ilk sayfalarında, yazarın, “Tek ülkede demokrasi mümkün müdür” sorusunun cevabını ararken yazdıklarını okurken anlayacaksınız:
“Küresel demokrasiye yalnızca yerel demokrasilerin gerçekleşmesinden sonra varılabileceği, bir tez olarak öne sürülmüştür. İtalyan hukuk Profesörü Nonberto Bobbio tüm devletlerin demokratikleşmesi durumunda uluslar arası rejimin zorunlu olarak demokratik ilkeler üzerine kurulacağını savunmuştur. Bu görüşe göte demokratik rejimler kendi iç politikalarını şekillendiren demokratik ilkeleri aynı zamanda dış politika alanında da uygulama eğiliminde olacaklardır. Oysa bugün geldiğimiz noktada bunun hiç de böyle olmadığı açıktır. Aksine demokratik devletler çoğunlukla otokratik, güce dayalı bir uluslar arası ortamda işlev görmektedirler. Prof. David Held’in deyişiyle sorulması gereken ‘Demokratikleşmemiş bir dünyada bir devlet tamamen demokratik olabilir mi?’”
Prof. Held’in cümlesini mealen “Tek ülkede demokrasi mümkün müdür?” diye aktarırken, birkaç kuşağın ömrünü alan “Tek ülkede sosyalizm mümkün müdür?” sorusundan doğan tartışmaya nazire yaptığımı anlamışsınızdır. Ben, demokrasi ve küreselleşme çerçevesinde bu türden bir tartışmanın varlığından bihaberdim doğrusu. İşte tam bunu söylüyordum: Ümit Kardaş gibi “adalet arayışçıların hukuku kavrayışları o kadar geniş ve zengindir ki, onların “hukuk” metinlerinde yepyeni siyasi tartışmalarla karşılaşmanız bile pek mümkündür. Kardaş’ın bu tartışma çerçevesinde aldığı pozisyon da onun adalet arayışının, görünüşte çok sağlam hukuksal ön kabullere karşı sorgulayıcı karakterini gösteriyor. Hukukun evrensel standartlarıyla yetinebilen “salt hukukçular” için Anglo Sakson hukuk literatürü, önünde huşuyla eğilinmesi gereken bir zirvedir. Fakat Ümit Kardaş gibi adalet arayışçıları bununla yetinmez, o hukukun neden içerde demokratik, dışarıda saldırgan bir model ürettiğini sorar:
“Yapılan araştırmalar tarihsel olarak demokrasilerin hiçbir zaman otokrasilerden daha barışçı olmadığını göstermektedir. Demokrasiler dış politikalarını otokrasilerden daha barışçı yürütmemektedirler. ABD’nin gelişmiş bir demokrasi olarak küresel düzeyde tahakkümcü bir güç olarak hiçbir demokratik ilkeye ve hukuka uymaması ve imparatorluk hukukunu bir güç olarak kabul ettirmeye çalışması bunun örneğidir. Demokrasinin ve parlamentarizmin beşiği olan İngiltere’nin ABD ile uyum içindeki politikası, demokratik kriterler oluşturan AB’nin de otokratik uluslar arası alandaki yetersizliği ve zaman zaman tahakkümcü güce eklemlenmesi bu görüşü doğrulamaktadır. Gerçekten demokratikleşmem iş bir dünyada bir devletin tamamen demokratik olması olanaklı değildir. Nitekim gerek ABD’de gerekse İngiltere’de demokrasi ve insan hakları demokratik olduğu var sayılan devlet tarafından tehdit altına alınmıştır. Bu tarihi bir çelişkidir. Bu nedenle küresel düzeyde demokrasiye ulaşılması bİf iç politika sorunu olmayıp, devletler arası ilişkiler alanında da ulaşılmaya çalışılması gereken bir hedeftir. Dünya düzeni daha demokratik olmazsa, ülkelerdeki demokrasi daima kısıtlı olacaktır.”
Ümit Kardaş bir yandan alçakgönüllü bir araştırmacı görünümüyle dünyada adalet adına söylenen sözleri bize aktarmaya çalışırken, bir yandan da bize has hukuksuzluk ve adaletsizlik ucubeleriyle militanca bir mücadele içine girer Bu ucubeler söz konusu olduğunda Ümit Kardaş’ı sık sık sesi en gür çıkan hukukçu pozisyonunda görürüz (mesela vicdani ret). Bu kitapta yer alan “vicdani ret” bölümünde onun hem alçakgönüllü araştırmacı halini hem de vicdandan kaynaklanan militan tavrını birlikte gözleyebilirsiniz,
Hukukumuzdaki çift başlılıktan (sivil yargı askeri yargı) kaynaklanan devasa sorunlara işaret ederken de onu yine sık sık yalnız görürüz. Bu çift başlılığın yol açtığı sorunları en son “Darbe Günlükleri” davası vesilesiyle avukat ve müvekkil olarak birlikte bir kez daha yaşadık. Kitapta, yargı sistemimizdeki bu çift başlılık, konu üzerinde en fazla düşünmüş hukukçu tarafından her yönüyle gözler önüne seriliyor.
Son olarak Ümit Kardaş’ın üslubundan söz etmek istiyorum. Galiba bizim meslekteki ajans muhabirliği, günlük gazete muhabirliği, dergi muhabirliği arasındaki dil ve üslup farklılıkları kanuncular, salt hukukçular, adalet arayışçıları arasında da var. Gazeteciler bilir ve kabul eder: En tatsızı ajans muhabirliğidir, gördüğünü yazarsın, o kadar. Günlük gazete muhabirleri onlardan hallicedir. Dergi muhabirleri ise çok daha özgürce kalem oynatırlar ve yazdıkları çok daha lezzetlidir. Dergi muhabirlerinin, hukuk adamlarının “adalet arayıcıları” kategorisine tekabül ettiğini anlamışsınızdır.
Ümit Kardaş’ı okurken, dilindeki lezzete bakıp “bu nasıl hukukçu” diye sorabilirsiniz. Dedim ya, o başka bir hukukçu.
Alper Görmüş
Kaynak: www.birazoku.com
Comments
No comment