Çerkesler

Annem sadece Çerkes olduğunu biliyordu. Memleketi Kütahya Tavşanlı’dan dört beş yaşında İstanbullu zengin bir aileye evlatlık gitmişti. Kimliğini ve dilini hiç öğrenememişti. Ama kendisine Türk denmesine sinirlenirdi. “Ben Çerkesim. Türk değil” derdi. Kendisi hakkındaki bu son bilgiye tutunmuştu. Bu da zannederim onu bir Çerkes yapmaya yeterliydi.

Geçen hafta, 13 Mart Pazar günü “Çerkes Hakları İnisiyatifi” Ankara’da bir miting düzenledi. Abdi İpekçi Parkı’ndaki mitinge Türkiye’nin dört bir yanından Çerkesler geldi. Açılış konuşmasını yapan inisiyatif yöneticisi Kenan Kaplan, geçmişte olduğu gibi bugün de toplumsal barışı zedelemeden, demokratikleşme sürecine azami katkıda bulunacaklarını belirterek şunları söyledi: “En önemlisi yok olmamak, varlığımızı geleceğe taşımak istiyoruz. Artık bizim de renklerimizin bu ülkeye yansımasını istiyoruz. Dilimizi, kültürümüzü, kimliğimizi kaybetmek istemiyoruz. Çocuklarımızın anadilde konuşmalarını, anadilde radyo ve televizyon yayını yapabilme imkânının, devlet tarafından Çerkeslere de sağlanmasını istiyoruz.”

Bu bildiri Kafkas halklarının kullandığı Osedce, Adigece ve Abhazca olarak okundu. Bir Taraf okuru olduğunuz için “Bu taleplere kim ne diyebilir” diyebilirsiniz. Kürtlerin anadil konusundaki ısrarını hepimiz temel bir insan hakkı olarak desteklerken, TRT Şeş Kürtçe yayına geçmişken, aklı başında herkesin geçmişte devletin yaptığı bu hak ihlallerinin ne büyük bir hata olduğunu kabul ettiği günümüzde, Çerkeslerin bu talebi de, her kesimin destek vermesi gereken bir duruşu ima etmiyor mu?

Ancak kazın ayağı öyle değil!

Murat Bardakçı, Habertürk gazetesinde bence okullarda ibretlik metinler başlığı altında okutulması gereken bir yazı kaleme aldı geçenlerde. “Bir Çerkes Açılımı Eksikti” başlığı altında Ankara’da düzenlenecek mitinge verip veriştirdi. Bu talepler karşısında, ailesi yüzde elliden fazla Çerkes olmasına rağmen utanmıştı Bay Bardakçı. Bari özerklik ve federasyon da isteseymişler! Zaten bu Çerkes Hakları İnisiyatifi’nin de ne olduğunu anlayamamış.

Sonra o bildik hikâye… Çerkeslere Osmanlı’nın nasıl kucak açtığı, Çerkeslerin bu ülkede her makama kolayca gelebildiği, buna rağmen haklarımızı istiyoruz demenin düpedüz nankörlük olduğu, dilini öğrenmemenin Çerkeslerin tembelliği ile açıklanabileceği gibi homurtular… Bay Bardakçı tarihçi ya, Çerkeslere “Atıfet” kelimesini hatırlatmış ve doğru yola davet etmiş…

Atıfet… Lütuf, merhamet, karşılık beklenmeden yapılan iyiliğe deniyor. Çerkesleri nankör durumuna düşürmek için, insanlar için kullanılan bir sıfatı Osmanlı’nın siyasi bir kararına atfedip, hamaset ve popülizmin dibine vuruyor. Aslında atıfet kelimesinin anlamına da ihanet ederek, Çerkeslere yapıldığı iddia edilen “karşılıksız” iyiliği onların yüzüne vurarak…

Devletlerin siyasi tercihleri “Atıfet” gibi sıfatlarla açıklanmaz. Osmanlı da Abdülaziz döneminden itibaren Rus soykırımından kaçan Çerkes boylarına kucak açarken, bu insanları, kendi kaçırttığı ve kaçırtacağı gayrımüslimlerin yaşadığı bölgelere yerleştirmişti. Çerkeslerin bir bölümü Karadeniz bölgesinden güneye bir hat şeklinde yerleştirilirken, bir kısmı da Batı’da Rumları kuşatacak bir yay şeklinde konuşlandırılmıştı. Çerkesler bu şekilde birbirlerinden koparılmış ve geniş bir coğrafyaya dağıtılmıştır. İttihat ve Terakki’ciler de Balkan göçünden gelen göçmenleri aynı anlayışla tasfiye edecekleri gayrımüslim halkların burnunun dibine yerleştirmiş, ateşle barutu yan yana getirerek onlardan ziyadesiyle de faydalanmıştı.

Tabii ki nihai hedef, Müslümanlık ve Türklük paydasında tüm Çerkeslerin asimile edilmesidir. Bu büyük bir oranda başarılı olmuştur da…

Kürtlere de Özal gibi örnekler verilerek söylenen “Her makama erişebiliyorsunuz, Allahtan belanızı mı istiyorsunuz” argümanı ırkçı zihniyetin küçük çocuğu kandırmak için elinde tuttuğu elma şekeri gibi.

Yani bu ülkede yaşamak için kimliğinizden, dilinizden, kültürünüzden vazgeçip, Türklük denen bir kazanın içinde erimeniz bekleniyor sizden, buna direnenler cezalandırılıyor, hedef gösteriliyor, aşağılanıyor. Çerkesler de, özellikle Tek Parti döneminde acımasız bir baskı dalgasının hedefi oldular. Türküm deyip asimile olmayı kabullenen ve hatta Bardakçı gibi bu “atıfeti” yüceltenler el üstünde tutulurken, Çerkes kimliğini korumak ve yaşatmak isteyenler hedef oldu, Çerkes toplumu sindirildi.

Şimdi Çerkeslerin bir bölümü dillerine ve kültürlerine sahip çıkmak istiyorlar. Bardakçı gibi onları aşağılayan ve hedef gösterenler olacak. Kendi içlerindeki kurumlar bile bu konuda ayrışacak, “Devletle aramızı bozuyorsunuz, bizi temsil etmiyorsunuz” suçlamasına maruz kalacaklar. Bunlar olacak. Ama Çerkesler büyük topluma kendilerini iyi anlatabilirlerse, bu haklı taleplerinin çarpıtılmasını önlerler. Kamuoyu da onlara destek verir.

Atıfet. Karşılıksız yapılan iyiliğe deniyor. Çerkesler Osmanlı’ya sığınmanın bedelini, dillerini, kimliklerini kaybederek ödediler.

Buna atıfet değil, zulüm denir Bay Bardakçı.

Markar Esayan, 20.03.2011, Taraf

Bir cevap yazın