Kitabın adı: Çerkesya Gönül Yaram Yazarı: Tamara V. Polovinkina Tür: Tarih Çeviren:Orhan Uravelli Kapak Tasarımı: Ahmet Tayyar Sayfa sayısı: 346 Boyutları: 13, 5×19 Basım yeri: KAFDAV, Ankara Temin edilebilecek yer: Kafdav, ANKARA
“Rusya-Kafkasya Savaşı ve ardından Adigelerin vatandan sürülmesi tam bir milli facia olup tarihin en korkunç katliam sayfalarından biridir. Bunun sonuç ve etkileri bugünde kendini göstermekte olup her zaman hissedilecektir. Sürgün sonucunda Çerkesya’nın yerli halkının neredeyse tamamı Kafkasya dışına atıldı. Üstelik bu vahşet sırasında Dağlıların yaklaşık yarısı yaşamını kaybetti. Vatan topraklarında ise Adigelerin nüfusu sadece %10 kaldı.”
11 bölümden oluşan eserin ana başlıkları şöyle; Adigelerin Kökeni, M.Ö. Binyılın İkinci Yarısından M.S. 1. Binyıla Kadar Adige Tarihi, Ortaçağda Adigelerin Siyasi, Etnik ve Kültürel İlişkileri (10.- 16.yy), 17-18.Yüzyıllarda Adigelerin Siyasi Tarihi,19.Yüzyılın Birinci Yarısında Adigelerin Nüfusu ve Dağılımı, Şapsuğların Kökeni, 19.Yüzyılın Birinci Yarısında Onların Nüfus Sayısı ve Dağılımı, Kafkas-Rus Savaşı ve Adigelerin Sürülmesi, 19. Yüzyılın Ikinci Yarısında ve 20.Yüzyıl Başlarında Şapsuğlar, Şapsuğ Milli Rayonu (Ilçesi) (1924-1945), Vubıhlar ve Sadzlar.
Polovinkina’nın eseri antik çağlardan Sovyetler Birliği zamanına kadar Kafkasya tarihini mercek altına almakla kalmıyor, günümüz Kafkasyası üzerinde oynanan oyunları anlamak noktasında da okuyucuya yeni açılımlar sunuyor.
Bu bağlamda kitapta göze çarpan en önemli konulardan biri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in altı yıl önce tekrar gündeme taşıdığı ve Kafkas diyasporasının yeni yeni haberdar olduğu “16.Yüzyılda Kafkasya’nın Rusya’ya “sözde” gönüllü katılımı” tezi hiç kuşkusuz. Söz konusu tezin 1950’li yılların başında resmi Sovyet tarih tezi olarak gündeme getirildiğini ve 1957 yılında tıpkı bugün olduğu gibi Adigelerin Rusya’ya “sözde” katılımının 400.yıl dönümünün çeşitli etkinlikler ve yayınlarla kutlandığını öğreniyoruz.”16.Yüzyılda Altın Ordu Devleti’nin yıkılışının ardından Astrahan’ı ele geçiren Moskova Prensliği’nin gözünü diktiği Kafkasya, sadece sıcak denizlere ve Orta Asya’ya açılan bir kapı değil aynı zamanda jeopolitik, ekonomik ve askeri önemi açısından da Osmanlı ve Iran gibi büyük devletlerin rekabet alanıydı. Ruslar ve diğer devletler için çekici olduğu kadar bilinmezlikler de taşıyan bu toprakların sahiplerini tanımak için Çar Korkunç Ivan’ın ilk adımda Kuzey Kafkasya’daki prenslerle yakın ilişkiler kurmak için her fırsatı değerlendirdiğini biliyoruz. 1557 yılında Kaberdey prenslerinden Maaşuk Kanukov, Sibok Kansaukov, Çügük Mirza ve Tokhta Mirza’nın Moskova’ya giderek çarla görüşmeleri ve çara bağlılık yemini etmelerinin ardından, 1561 yılında Korkunç Ivan’ın Kaberdey bölgesinde etkinlik sağlamak amacıyla Kaberdey Prenslerinden Temruk’un kızı Goşenay ile yaptığı evliliği dayanak noktası kabul eden “sözde” katılım tezi için Polovinkina’nın yorumu şöyle; “Kuzey Kafkasya halklarının tarihiyle ilgili olarak son akademik yayın sayılan (1988) kolektif eserin yazarları, işgüzarlığı epeyce ileri götürmüşlerdir. Onlar Korkunç Ivan’ın bilinen kaynakların hiçbirinde bulunmayan cevabını “bulmuşlar” ve iddialarına bakılırsa Dağlıların elçilerine Çar şöyle cevap vermişti: “Bunun üzerine IV. Ivan onlara Pyatigorsk topraklarıyla birlikte ebediyen Rusya tebaaları olarak kabul edildiklerini ilan etti.” Yazarların iddiasına göre, Rusya hükümeti, elçilerin rica ve önerilerini titizlikle incelemiş ve Kaberdey-Çerkes Prenslerinin isteğini kabul etmişti, böylece onları tebaalarıyla birlikte Rusya uyruğuna almayı kararlaştırmıştı.” Söz konusu eserde ele aldığımız sorunla ilgili makalede, yukarıdaki teze esas oluşturan biricik ve başlıca delil de ilginçtir: “Büyük Prens olan Çara bağlı olan (Vassal) Derebeyleri statüsündeki Rus Uçbeyleri (prensleri) gerektiğinde kendi komutalarındaki askerlerle birlikte savaşa katılma koşuluyla yerel hükümetlerce hakları korunacaktı ve Adigeler de Rusya’ya gönüllü olarak bu şartla katılmışlardır.” Buradaki delil, aslında söz oyununa dayanır, çünkü Süzerene (Çar’a) bağlı Derebeyi ile Uçbeyi (Vassal Prensleri) kavramları yorum ve argümansız olarak Adigelere empoze edilmiştir…
Oysa birçok tarihçi, 16 yy. ortalarında Adige elçilerinin Moskova ziyaretini tebaalık isteme girişimi olarak görmüyor.20.yy. başlarında Kuban Kazak tarihçisi P.P. Korolenko bu konuda şunları yazıyor: “Adigelerin Moskova ziyareti, Dağlıların kurnazca diplomasi girişimi miydi yoksa bu olayı kayıtlara geçiren vakayiname yazarı mı keyfi ifade kullanmıştır? Ama şu gerçek ki Çerkes halkı Rusya tebaalığına girmek için kendi elçilerine bu yönde talimat ve yetki veremezdi ve bu olasılık sıfırdır. Çünkü serkeş ve özgürlük tutkunu olan Çerkesler böyle bir şeyi isteyemezlerdi. Onlar özgürlükleri uğruna ölmeyi bile göze alan bir halk olarak, Moskova Çarı bile olsa herhangi bir yabancının iradesine bağlı kalmayı kesinlikle kabul etmezlerdi. Fakat Çerkes elçiler kurnazca Çar’a tebaalık önermiş olabilirler. Çarın bunu kabul etmeyeceğini biliyorlardı, zira Rusya’nın sınırları Çerkes arazisinden çok uzaktı, üstelik Çerkes halkının da böyle bir isteği yoktu.” Öte yandan şurası açık ki Sibok, Maşuk ve Temruk gibi prensler, kendi arazilerini ve tebaalarını da Rusya uyruklu kabul etseler de, onlardan bağımsız olan diğer Adige Prenslikleri ve Derebeylikleri adına konuşamazlardı ve bunu yapsalar da geçersiz olurdu.” Böylece 16.Yüzyıla ait belge ve kaynaklar, ayrıca o dönemdeki Rus-Adige ilişkileri hakkındaki araştırmalar, Çerkesya’nın (gerek batı gerekse de doğu) Rusya’ya katıldığına dair tezin bilimsel açıdan asılsız olduğunu ortaya koymaktadır. Son zamanlarda oluşan özel literatürde de 16.Yüzyıl Rus-Adige ilişkileri üzerine söz konusu şekilde bir yorum göremiyoruz.” Rus tarihinde kalıtsal bir tutkuya dönüşen Kafkasya’ya sahip olmak fikri Çar I. Nikolay’a göre sadece iki seçenek sunuyordu. “Birincisi, Dağlı Halkları ebediyen itaat altına almak. Ikinci seçenek ise itaat etmeyenleri yok etmekti.” Rus Çarı’nın basit iki cümlede özetlediği Kafkas-Rus Savaşı ve Dağlı Halkların Kafkasya’dan sürgünü Polovinkina’nın eserinde derinlemesine incelenmiş. Kafkas-Rus Savaşı’ını cephe cephe kronolojik olarak irdeleyen yazar, büyük dünya devletlerinin Kafkasya üzerindeki siyasi oyunlarını göz önüne sermekten de geri kalmamış. Yazarın 300 yıl süren Kafkas-Rus Savaşı ile ilgili tahlili şöyle; “Adigelerin, vatanın bağımsızlığı ve özgürlük için verdikleri uzun ve kahramanca savaş, gerçekten de halkın tamamının davasıydı. Oldukça iyi donatılmış düzenli Rus ordusuna karşı bunca uzun süre direnebilmelerinin tek açıklaması vardır; onlar için özgür yaşamaktan daha değerli hiçbir şey yoktu. Özgürlükse vatanın ta kendisiydi ve bu nedenle Çerkes halkı, savaşlarında ender görülen kahramanlıklar göstermiştir.” Rusya Federasyonu’nun 2014 Kış Olimpiyatlarına ev sahlipliği yapacağı Kafkas-Rus Savaşlarının son cephesi Soçi-Kbaada (Krasnaya Polyana)’nın 21 Mayıs 1864’te düşmesiyle Rusya, Kafkasyalı’lara Kuban’ın yukarısındaki bataklıklara ya da Osmanlı’ya gitmekten başka seçenek bırakmamıştı. Kafkasyalılar Rusya, Osmanlı ve Ingiltere’nin danışıklı dövüşü ile medeni dünyanın gözleri önünde feci bir vahşet ve yıkımla baş başa bırakıldı. Polovinkina’nın konuyla ilgili yorumu şöyle;”Rusya-Kafkasya Savaşı ve ardından Adigelerin vatandan sürülmesi tam bir milli facia olup tarihin en korkunç katliam sayfalarından biridir. Bunun sonuç ve etkileri bugünde kendini göstermekte olup her zaman hissedilecektir. Sürgün sonucunda Çerkesya’nın yerli halkının neredeyse tamamı Kafkasya dışına atıldı. Üstelik bu vahşet sırasında Dağlıların yaklaşık yarısı yaşamını kaybetti. Vatan topraklarında ise Adigelerin nüfusu sadece %10 kaldı. Öte yandan Dağlıların faciaları kıyıda bitmiyordu ve deniz yolculuğu yeni felaketlere, akıl almaz facialara neden oluyordu. Sağlıksız şartlarda gemilerle hayvanlar gibi taşınan insanların arasında ölüm oranı had safhadaydı. Tıka basa dolu teknelerde havasızlık ve kirlilikten, açlık ve susuzluktan, salgın hastalıklardan dolayı Dağlıların neredeyse yarısı yolda ölmüştür. Ayrıca gemi kazaları ve gemilerin batması sonucunda çok sayıda Çerkes Karadeniz sularına gömülmüştür.”
Eser geniş kaynakçası ile tüm Kafkas tarihi literatürüyanında Rus Devlet Arşivleri’nin de başarılı bir taraması olarak dikkat çekiyor. Daha önce çevirilerini okuma şansı bulduğumuz J.Bell, L.Y.Luyle, A.Spencer, Longworth, T.D’Marigny gibi Avrupalı yazarlar dışında A.V. Fadayew, L.I.Lavrov, V.D.Kudaşev gibi Rus ve A.Misostov, Ç.E.Kardenov, R.Trakho, A.D. Paneş, Ş.D.Inal Ipa gibi Kafkasyalı tarihçilerin eserlerinden de alıntılar yapan yazarın özellikle Kafkas-Rus Savaşı ve Çerkes Sürgünü gibi önemli konuları irdelerken gösterdiği nesnel yaklaşım, konularla ilgili varolan müspet ve menfii tüm tezleri göz önüne serdikten sonra bilimsel sonuçlara varması eserin akademik değerini arttırdığı gibi Kafkas literatürü için de büyük bir kazanım sağlıyor. Çalışması boyunca bilimselliği elden bırakmayan yazar Polovinkina belki de kitaba verdiği isimle tüm dünyaya insanlık onuru adına bir mesaj veriyor. Uzun yıllar boyunca üzerinde çalıştığı Kafkas Tarihi, uzun yıllar gözlemleme şansı bulduğu Adigeler’in yaşadıkları, Ukraynalı yazarın kalbinde büyük bir yara açmış olacak ki bu acı kendini kitabın ismine kadar taşımış.Ne acıdır ki gönül yarasının bedelini Lazerevski Müzesi’ndeki müdürlük görevinden alınarak ödedi.
Polovinkina. Kendisine yapılan tüm yıldırma politikasına rağmen onurlu bir hayat mücadelesi veren yazar hala Lazerevski Etnoğrafya Müzesi’nde araştırmacı olarak küçük bir odada Kafkas tarihi araştırmalarına devam ediyor. 2006’da yayınlanan Soçi tarihini anlatan son eseri “Soçinskoye Priçernomorye” yazarın yılmadan gerçekleri yazmaya devam edeceğinin en son kanıtı olarak karşımıza çıkıyor. Onun bu duyarlılığı ister istemez özeleştiri yapmak isteği uyandırıyor kitabı okuyan Kafkasyalıların içinde.
Lazarevski Etnoğrafya Müzesi’nde müdürken yaptığı çalışmalar neticesinde oluşturduğu Adige Tarihi Salonu’nu gezdirirken bir cam ekrandaki kaşıkları gösterip Ruslara kaşıklarını bile vermek istemeyen Şapsuğlar’dan onları alabilmek için tam 6 sene uğraştığını anlatıyor heyecanla. Diğer bir bölmedeki geleneksel Adige kıyafetlerinin gösterirken oradaki Adige Saye’nin kumaşını özellikle Lazerevski’deki denizin renginde seçtiğini anlatıyor mutlulukla. Ondaki Kafkasya sevgisi onur verdiği kadar da bir kalp sızısı bırakıyor insanın içinde. Kafkasyalı olan herkesin mutlaka edinmesi gereken bir kitap “Çerkesya Gönül Yaram”. Yazarın takdire şayan iradesi ve cesareti yanında en azından “Özgür Çerkesya’yı Savunanların Anısına” atalarımıza ithaf edildiği için basit bir teşekkürü çoktan hak ediyor.
Turkuawo Setenay Gürçeşme
Comments
No comment