Orhan Doğbay ile Kafkasya'nın politik tarihi üzerine – I

Orhan Doğbayİki dönem başkanlığını yaptığı Kafkas Kültür Derneği’nden Kafkasya merkezli politik gerekçelerle ayrılarak bir grup arkadaşı ile birlikte Samsun Birleşik Kafkasya Derneği’nin kuruluşunda yer aldı. 1995 yılından bu yana Samsun BKD’nin çeşitli kurullarında çalışmaya devam eden Orhan Doğbay’ı, Kafkasya’nın politik tarihi üzerine yaptığı çalışmalardan, Samsun BKD’nin bir dönem yayın organı olan “Abreklerin Günlüğü”nden tanıyoruz. Orhan Doğbay ile Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni,  kurucu kadrolarının politik hayatını, politik emigrasyonun Kuzey Kafkasya dışındaki örgütlenmeleri ve günümüz Kafkasya’sı üzerinde konuştuk.

Hazırlayanlar: Tlışe Canset Arslanbay – Dibab Furkan Soyupak

1864’ten 1917’ye kadar yaşanan süreçte Kafkasyalıları neler bekliyordu? Rus Çarlığının Kafkasya’yı kolonize etmesi sürecinde Kafkasya nasıl bir görünüm arz ediyordu?

1864 sürgününden sonra tüm Kuzey Kafkasya’nın, özellikle de Kuzey-Batı Kafkasya’nın hali perişandı. Yaklaşık 150 yıl süren orantısız savaş, işgal ve soykırım Kafkasya coğrafyasını bitkisel hayata sokmuştu. Rus işgalinin son yıllarında başlayan sistematik sürgün, özellikle Kuzey-Batı Kafkasya’nın diğer ifade ile tarihi Çerkesya’nın batı bölgesi üzerinde yaşayan halkın % 80‘ini topraklarından koparmıştı. Vatanlarında kalabilenler şimdiki Adiğe Cumhuriyeti’nin olduğu ovalık bölgede küçük yerleşimler halinde toparlanmışlardı. Adige köylerinin çevreleri Rus ve Kazak köyleri ile kuşatılmıştı. Bu yapı günümüzde de devam ediyor. 1991 yılında Adige cumhuriyetini ve köylerini ilk ziyaret ettiğimde aklıma ilk gelen şey Kızılderililerin rezervasyon kampları olmuştu. Kuzey-Doğu Kafkasya sürgün kasırgasından Kuzey-Batı Kafkasya kadar etkilenmedi. 150 yıllık savaş ve soykırımdan geriye kalan nüfusunu büyük oranda muhafaza etti. Ama sonuçta tüm coğrafya büyük bir yıkım geçirmişti. Tüm hücrelerine kadar derin bir travmanın içinde olan bölge halkı, tamamen içine kapanmış, edilgen, yılgın bir durumdaydı.

Rusya hiçbir zaman Kuzey Kafkasya’yı normal sivil bir idari yönetimle yönetmedi.  Rus Çarlığı yıkılana kadar bölgede özel askeri yönetim şartları devam etti. Askeri idare ve hukuku sadece Kuzey Kafkasyalılara yönelikti. Bölgeye yerleştirilen Rus ve Kazakların muhatapları ise sivil idare kurumlarıydı. Çarlık Rusyası yıkılıncaya kadar Ruslaştırma politikasını da kesintisiz devam ettirdi. Kuzey Kafkasyalılar hem dini hem ulusal açıdan Ruslaştırılmaya çalışılıyordu. Eğitim kurumları bu politikanın en önemli araçlarıydı ama bu eğitimde belirli bir seviyeye kadardı. Tüm Kuzey Kafkasya’da en yüksek eğitim kurumları liseler idi. Örneğin, Stavropol, Vladikavkaz, Krasnodar, Pyatigorsk gibi belli başlı büyük şehirlerde ancak lise eğitimi vardı. Diğer il ve bazı ilçelerde eğitim düzeyi daha düşük seviyedeydi.

KKC kadrolarının zihinsel oluşum süreçleri açısından Çarlığın etkisi neydi? Mesela o dönem Kafkasya’sına baktığımız zaman, sizin de belirttiğiniz gibi, ciddi eğitim kurumlarına rastlayamıyoruz, bu açıdan bu entelektüel kadronun oluşum süreçleri nasıl gerçekleşmişti?

Kuzey Kafkasya Cumhuriyetini kuran kadrolar ve o dönemin diğer politik aktörlerinin hepsi, az önce panoramasını çizdiğimiz coğrafyanın olumsuz koşulları içinde ortaya çıkmışlardı. Karakışa inat baharı müjdelemek için başını kar ve buz taneciklerinin arasından gökyüzüne uzatan kardelen çiçekleri gibi.

1917’ye gelinceye kadar ki süreçte yetişen genç kuşağın hepsi bölgede çok az sayıda bulunan liseleri bitirme şansına sahip gençlerdi. Bu gençler, Kuzey Kafkasya halkının ekonomik durumu görece daha iyi durumda olan ailelerin çocuklarıydı. Ve bunların birçoğu Rusya merkezine giderek üniversite eğitimi de aldılar. Ahmet Tsalıkattı gibi Moskova okuyan birkaç kişi hariç hemen hemen hepsi St. Petersburg’da okudular. İlginçtir, birkaç tanesi hariç hepsi hukuk eğitim aldılar. Hak, hukuk ve adalet arayan bir halkın çocuklarının gösterdiği bir refleks olmalı bu. Kuzey Kafkasyalı öğrenciler sadece üniversite eğitimi almakla yetinmediler. Merkezi Rusya’da yükselen tüm sosyo-politik hareketlerin içerisine de girdiler.

Ahmet Tsalıkattı1905’te Rusların Japonlarla yaptıkları savaşı kaybetmeleri Çarlık Rusyası’ndaki tüm muhalif hareketleri cesaretlendirmişti. Rus Ordusunun yenilebileceğini, Çarın devrilebileceğini kestiren tüm muhalif hareketler, kitlesel eylemlerle rejimi kökünden sallamışlardı. 1906’da anayasal monarşiye geçiş yapan Rusya’da eylemler durmamış, bu politik çalkalanmalar 1917’de Çarlığın yıkılmasına sebep olmuştu. Bu dönem Kuzey Kafkasyalı öğrenciler içinde çok öğretici olmuştur. Ahmet Tsalıkattı, Aytek Namitok, Vassan Giray Jabağı ve Pşımakho Kotse gibi dönemin sosyalist ve liberal hareketleri içinde politik stajlarını yapan öğrenciler, eğitimleri sonrasında yurtlarına geri döndüler ama merkezi Rusya ile de irtibatlarını kesmediler. Kuzey Kafkasyalı öğrencilerin birçoğu eğitimleri sırasında birbirleriyle tanıştılar ve muhtemeldir ki dönemin politik olaylarının arasında dünya ve bölge sorunlarını tartışırlarken tarih yetimi ülkeleri Kafkasya’nın da temel problemlerini unutmadılar.

Merkezi Rusya’daki politik çalkantılar, maalesef ilk yıllarda Kuzey Kafkasya’da yeterince yankı bulmamıştı. Ezilmiş ve sindirilmiş bir coğrafyanın olağan refleksiydi bu. Merkezi Rusya’nın 1905‘de tavana vuran politik barometresi, Kuzey Kafkasya’da ancak 8-10 yıl sonra hissedilmeye başlanmıştı. Merkezi Rusya’daki politik örgütlenmelerin çok az kısmı Kafkasya’ya intikal etti.  Özellikle sosyalist hareketlerin Kuzey Kafkasya’ya ulaşmasında Ahmet Tsalıkattı’nın büyük gayreti vardır. Tsalıkattı, Rusya Sosyal Demokrat Devrimci Partisi’nin aktif üyelerinden bir tanesiydi. Meşhur “Petrograd Sovyeti”nin sonraki dönemlerde en önemli liderlerindendi. Tsalıkattı, Sosyal Demokrat Devrimci Partisi’nin başta Osetya olmak üzere tüm Kuzey Kafkasya’da örgütlenmesine önderlik etti.

Ülkelerine dönen Kuzey Kafkasyalı gençler, bir yandan mesleklerini icra ederlerken bir yandan da politik çalışmalarını sürdürdüler. Bulundukları politik hareketlerin yayın organlarında Kuzey Kafkasya’nın ulusal sorunlarıyla ilgili makaleleri, şiirleri, hikâyeleri yayınlandı. Bu konuda Pşımakho Kotse’nin Kuban bölgesindeki kültürel ve politik çalışmaları da takdire şayandır. Kotse, İstanbul’daki Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nden aldığı destek ile şimdiki Krasnodar şehrinde “Çerkes Yardımlaşma Derneği”ni kurmuş, birçok yayın organında halkının ulusal sorunlarıyla ilgili yazılar yayınlamıştı.

Dönemin Kuzey Kafkasyalı politik aktörleri, halklarının ulusal problemlerini çözmek için Rusya genelindeki üst örgütlenmelere de girdiler. Bunların en önemlisi Rusya’daki Müslüman halkların hemen tüm politik, sosyal ve ulusal gruplarını bir araya getiren Rusya Müslümanları Kongresi’dir. Ahmet Tsalıkattı kongrenin toplanmasında ve çalışmalarında aktif rol oynamıştı. Başta Aytek Namitok, Vassan Giray Jabağı ve Pşımakho Kotse olmak üzere diğer Kuzey Kafkasyalı politik aktörlerde bu kongre çatısında da çalışmalarını sürdürdüler.

Rusya Müslümanları Kongresi çalışmalarında iki güçlü akım ortaya çıkmıştı. “ünitarist”ler ve “federalist”ler. “ünitarist”ler, demokratik, parlamenter bir Rusya tasavvur ediyorlardı. Ulusal özgürlüklerin ve topraklar ötesi kültürel bağımsızlığın garanti altına alındığı bir Rusya. “federalist”ler ise toprakları, sınırları belirlenmiş federal cumhuriyetlerden oluşan demokratik Rusya Federasyonu istiyorlardı. Bu dönemde hiçbir grup da tam bağımsızlık düşüncesi yoktu.

Aytek NamitokKuzey Kafkasyalı politik aktörler, 1917 başlarından itibaren bölgelerindeki politik çalışmaları hızlandırdılar. 1917 Mart’ından itibaren somutlaşan çalışmalar, Mayıs ayında Terekkale’de (Vladikafkas),  Eylül ayında Andi’de iki kongre toplanması ile zirve yapmıştı. I. ve II. Kuzey Kafkasya Kurultayları Kuzey Kafkasya tarihi için dönüm noktası sayılır. İlk defa Karadeniz kıyısından Hazar Denizi kıyılarına kadar Kuzey Kafkasya coğrafyasının tüm halkları bir araya gelmişler ve ortak gelecek tasavvurunda bulunmuşlardı. Daha önceki dönemlerde yarım kalan birlik çabaları ilk defa meyvesini tam olarak vermişti. 1917 yılının sonbaharına kadar Kuzey Kafkasyalılar merkezi Rusya’dan ümitlerini tam kesmedikleri için iyimser bir düşünceyle, federal bir Birleşik Kafkasya’nın demokratik ve federal bir Rusya içinde var olabileceğini düşünüyorlardı. Ama 18 Eylül 1917’deki Andi Kurultayı, merkezi Rusya’daki ve Kuzey Kafkasya’daki olumsuz gelişmelerden tedirgin olmuş ve gelecek tasavvurunda bağımsızlık seçeneğini ön plana almıştı.

Ekim 1917’de Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi ve Rusya’daki tüm dengelerin değişmesi, Kuzey Kafkasya politik hareketlerinin büyük bir kısmını yol ayrımına getirdi. Rusya genelinde ve diğer sömürge topraklarında da aynı şok yaşanıyordu. Ahmet Tsalıkattı’nın da içinde bulunduğu “ünitarist”lerin de, önderliğini Resulzade’nin yaptığı “federalist”lerinde tezlerinin gerçekleşmeyeceği gün gibi ortaya çıkmıştı. Bu yüzden Rusya sömürgesi altındaki tüm Müslüman halkların hemen hemen hepsinde “bağımsızlık yolu” en önemli seçenek olarak ön plana çıktı.

Yavaş yavaş Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ne gelirsek, Cumhuriyeti kuran kadrolar için bir ideolojik homojenlikten bahsedilebilir mi?

Hayır. Hiçbir zaman ideolojik homojenlikleri olmadı ama grupların önemli bir bölümünün ittifak geleneği kuvvetli idi. Birçok konuda farklı düşünseler bile halklarının geleceği konusunda asgari müşterekleri vardı ve mümkün olduğunca omuzu omuza durmaya çalışmışlardı. Süreci az önce özetlemeye çalıştım. Tüm politik aktörlerin, içlerinde bulundukları farklı farklı politik gelenekler ve düşünsel atmosferler gereği, entelektüel formasyonları da farklı farklı gelişti. Kimisi sosyalist düşünce ve hareketler içinde, Sosyal Demokrat, Menşevik ve Bolşevik grupların çizgisinde yetişti. Kimisi de liberal düşünce ile beslendi. Liberal milliyetçiler ve Sosyal Demokratlar, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kuruluşunda aktif olarak rol aldılar. Bunlara yerel halk içinde büyük bir nüfuza sahip olan dini, sufi tarikatlar da destek oldu. Kuzey Kafkasyalı Bolşevikler bile sürecin başında milli kadrolarla beraber idiler. Ama Rus Bolşeviklerin Rusya genelinde ve Kuzey Kafkasya’da büyük güç kazanmasından sonra saf değiştirdiler ve Kafkasya’nın Kızıl Ordu tarafından işgaline de yardımcı oldular. Yerli Bolşeviklerin biyografileri de hazindir. Hemen hemen tamamı Stalin’in temizlik harekâtında “burjuva milliyetçisi” olmakla suçlanarak yok edildiler.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu ulus-devlet tasavvurunu dönem içerisinde nasıl bir yere yerleştirebiliriz? Günümüz ulus-devlet modellerinin geldiği nokta açısından nasıl bir değerlendirme yapabiliriz?

Kuzey Kafkasyalı ulusal politikacıların ulus devlet modelinde bir devlet tasavvurunda bulunmaları şaşırtıcı değildir. Çünkü dünya tarihinde de biliyoruz ki, “ulus-devlet”, Batı Avrupa’daki şehir devletlerinin ve imparatorlukların yıkılmasıyla ortaya çıkan bir siyasi örgütlenme biçimidir. Çarlık imparatorluğu altında sömürge hayatı yaşayan halkların, imparatorluk enkazından çıkabilmeleri ancak etnik, sosyo-kültürel ve politik yapılarına uyacak bir ulus devlet modeline sarılmaları ile mümkündü. Kuzey Kafkasyalı ulusal politikacıların ulus devlet modelini seçerken tercihlerini; etnik köken, dil, toprak parametrelerine dayanmayan, ortak bir geçmişe inanıp, gelecek için ortak tasavvurda bulunan kişilerin bir araya geldiği ve ortak vatandaşlık hukukunda buluştuğu modelden yana kullanmaları oldukça manidardır ve heyecan vericidir. Hâlbuki o dönemde revaçta olan ulus devlet modeli, sonu totaliter veya otoriter bir mekanizmaya dönüşen ırka, dile ve toprağa dayalı olan modeldir. O dönemde Batı Avrupa’da oluşan ulus devletlerin çoğunda bu model gerçekleşmiştir. Örneğin, Fransa’da kurulan ulus devlet, Frankların diğer etnik unsurları asimile ederek veya fiziken yok ederek kurulmuş olan bir devlettir.

Haci Granduk BerzegKuzey Kafkasya’da kurulması planlanan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, etnik ayrılıklara, dil farklılıklarına dayanmayan, tümüne saygı gösteren ve koruyan, ortak bir geçmişi referans alarak, ortak bir gelecek tasavvurunda bulunan gönüllü insanlardan oluşacak bir ulus devleti hedefliyordu. Bu Kuzey Kafkasya tarihi için bir devrim idi. Kuzey Kafkasya tarihinde ilk defa Kuzey Kafkasya halklarının tamamı ortak bir örgütlenmeye gittiler. Mesela Abhazlar, Adigeler, Abazalar, Karaçay-Malkarlar, Osetler, Çeçen-İnguşlar, Dağıstanlılar, tüm Kuzey Kafkasyalıların hepsi bu örgütlenmenin içindeydiler. Bu birlikteliği, (çok istemelerine rağmen) ne İmam Şamil ne de Çerkesya Milli Misak Meclisi fiziki ve konjüktürel olumsuzluklar yüzünden başaramamıştı.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ulus devlet modelinin taslağını Andi Kurultayı kararlarında görmek mümkündür. Örneğin; kurultay sonuç bildirgesinin ilk maddesindeki  “Kuzey Kafkasya halkları politik bir birlik oluşturur” cümlesi Kuzey Kafkasya ulusunu tanımlar. Devlet organizasyonunun federatif bir yapıda kurulacağını, bütün halkların “tam bir otonomi”ye sahip olacaklarına ilişkin maddeden anlıyoruz. Sonuç bildirgesinin 3. maddesi, ülkede demokratik-çoğulcu bir sistem oluşturmak için “iki meclisli bir parlamenter yapı” önermektedir. Andi Kurultayı delegelerinden birinin, “tüm bu kararlar hayat felsefesi, gelenek-görenek ve ortak menfaatler bakımından bir millet halinde birleşen ve kaynaşan Kuzey Kafkasyalılar için hür ve mutlu bir geleceğin kurulmasına yönelik olacaktır” sözleri tüm bu süreci özetler.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti ve diğer ülkeler ile olan ilişkileri ne durumdaydı?

Osmanlı Devleti, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni dönemsel dış politik menfaatleri gereği ve o dönemde İstanbul’da sivil ve askeri bürokrasi de etkili bir lobi gücüne sahip olan Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin ulusal kaygılarla yaptığı yönlendirme ile bağımsızlık hareketini teşvik etmiştir.  Ve daha sonrada Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin 11 Mayıs 1918’deki bağımsızlık ilanını da hemen tanımış, bunun peşi sıra yeni devlete ile hem askeri hem ticari antlaşma yapmıştı. Uluslararası hukuka göre büyük bir öneme sahip bu tanıma ne yazık ki yalnız kalmıştı. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni Osmanlı Devleti’nden başkası tanımadı. Bu süreç tüm Kafkas cumhuriyetleri için oldukça hazindir. Rus hegemonyasından kurtulmak isteyen ve bağımsızlık ilan eden bütün Kafkas cumhuriyetlerinin kaderi, dönemin bölgesel ve küresel güçlerinin insafına kalmıştı. Kuzey Kafkasya, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan cumhuriyetleri, İngiltere, Almanya, yıkılmamaya çalışan Osmanlı ve yeniden toparlanmaya çalışan Rusya arasındaki büyük oyunun içinde sıkışıp kalmışlardı.

Trabzon Konferansı’nda Kuzey Kafkasya Kurulu, Hüseyin Rauf Bey ve Türkiyeli Çerkeslerle birlikte. Sağdan sola: Abdulmecid Çermoy, Haydar Bammat, Muhammed Kadı Dibir, Hüseyin Rauf Bey.

Osmanlı Devleti,  Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan cumhuriyetleri ile yaptığı askeri antlaşma gereği Kafkasya’ya bir kolordu gönderdi. Kafkas-İslam Ordusu adındaki kolordunun önemli bir kısmı Çerkes gönüllü birliklerinden oluşuyordu. Kafkas-İslam Ordusu, Azerbaycan’dan sonra Kuzey Kafkasya’nın Dağıstan bölgesine de girerek Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin devlet otoritesini kurmasına yardımcı oldu. Kafkas-İslam Ordusu, Mondros Antlaşması gereğince Kuzey Kafkasya’yı terk edene kadar milli birliklere büyük katkılar sağlamıştır. Yeri gelmişken bu dönemde anayurduna giderek halkının bağımsızlık çabalarına ve kaderine ortak olan tüm Çerkes gönüllülerini, İsmail Berkok ve Kazım Kap’ın şahıslarında hayırla yar etmek istiyorum. Çok kısa bir ömrü olan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin son yıllarında, Osmanlı devleti yıkılmış, merkezi iktidar İstanbul’dan Ankara’ya TBBM hükümetine geçmişti. Mustafa Kemal Hükümeti, Osmanlı Devleti’nin aksine tavrını konjüktürel sebeplerden dolayı Sovyet Hükümeti’nden yana almış, bağımsız Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ve diğer Kafkas cumhuriyetleriyle (Gürcistan. Azerbaycan ve Ermenistan) ilişkisini kesmiş, Sovyet iktidarının bölgeyi işgal etmesine katkı sağlamıştır.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ne yönelik “KKC Turancılık hayalinin bir parçasıdır” eleştirileri hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Bu eleştiri, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ve öncesi tüm politik çalışmalara büyük haksızlıktır. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti bir Türk cumhuriyeti değildir. Hatta Kuzey Kafkasya’da yaşayan hiçbir etnik grubunda tek başına temsil edildiği bir yapı değildir. Devletin örgütlenme modelini yukarıda özetlemeye çalıştım. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, içinde Türk etniklerinde bulunduğu tüm Kuzey Kafkasya halklarının ortak cumhuriyeti idi. Hatta bağımsızlık sonrası bölgede kalmayı, Kuzey Kafkasyalıların ortak gelecek tasavvurlarını paylaşmayı kabul etmiş, Rus, Kazak vb. diğer etniklerinde içinde rahatça barınabileceği bir cumhuriyet tasarımı idi.

Peki, bu eleştiriler nereden çıkıyor? İki sebebi var. Biri Türkiye, bir diğeri de Sovyet Rusya kaynaklı. Birinci sebepten başlayacak olursak; Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemi, bölgesel ve küresel alt üst oluşların yoğun olarak yaşandığı bir dönemdi. İmparatorluklar çöküyor ve yeni bir dünya kuruluyordu. Osmanlı Devleti de aynı Çarlık Rusyası gibi çökerken, devletin sivil ve askeri bürokrasisi ve dönemin politik aktörleri, imparatorluğun enkazından en az hasarla yeniden doğmanın hesabı içindeydiler. Enver Paşa’nın Turancılık serüveni ve Türkistan seferi, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Kuvayi Milliye hareketi enkazdan yeni bir devlet çıkarmanın projeleri idi. Osmanlı Devletinin son birkaç yılına hakim olan Turancı dış politik çizgi ile Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin var olma çabalarının konjüktürel olarak örtüşmesi sadece bir tesadüftür. Turancı akımların sonraki dönemlerde politik çalışmalarına referans aldıkları tarih tezlerinde; işlerine gelmediğinde Türk asıllı olmayan Kuzey Kafkasyalı halkları görmemeleri ya da yok saymaları, işlerinde geldiğinde de hepsini Türk kabul ederek, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni de Turan zaferlerine(!) eklemlemeleri, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ne ve Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlık mücadelesine karşı olan kişi ve grupların haklı-haksız tüm eleştirilerine imkân sağlamıştır. Bunda “Soğuk Savaş” sürecinde Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlık mücadelesini, Türkçü-Turancı çevrelerle birlikte sadece Anti Rus-Anti Sovyet karşıtı bir retoriğe oturtmak zorunda kalan dönemin Çerkes entelektüellerinin de katkısı vardır.

Sovyet Rusya kaynaklı sebebe gelince; Çarlık Rusyası’nın enkazından Çarlığı yeniden diriltme hülyasındaki Denikin’in Beyaz Ordusu ile Moskova merkezini darbe ile ele geçiren ve Sovyet Rusya’yı kurmaya çalışan Lenin’in Bolşevik Partisi’nin mücadelesinde iç savaşı kazanan Kızılordu olmuştu. Merkezi Rusya’da iktidarını sağlamlaştıran Sovyet hükümeti burada durmamış, özgürleşmeye çalışan eski sömürge halklarına tüm cephelerden saldırarak, bağımsız cumhuriyetleri yıkmış ve Çarlık imparatorluğu yerine Sovyet İmparatorluğunu kurmuştu. Bu süreçte ve daha sonraki yıllarda sadece askeri gücü ve zorbalığı kullanmakla işgal altında tuttuğu toprakları zapt edemeyeceğini bilen Sovyet yönetimi, ulusal kaygılar taşıyan her türlü politik akımı (bağımsızlık yanlısı olsun, olmasın), “Burjuva Milliyetçisi”, “Pan Türkist”, “Pan İslamist” vb. kara propaganda suçlamalarıyla pasifize etmeye çalışmıştır. Ve bu yüzden Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ve özellikle Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlık mücadelesini savunan politik hareketler bu suçlamalardan her dönem yeterince nasibini almıştır.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti sona ererken Kafkasya’yı nasıl bir politik gelecek bekliyordu? Bolşeviklerin Kafkasya’ya ve Kafkasya’nın aydın, yazar, çizerlerine etkileri nasıl olmuştu?

Bolşeviklerin Kuzey Kafkasya’yı işgal etmelerinden sonra yerel Bolşevik politikacılardan başka hiçbir kimseye hayat hakkı kalmamıştı. Trajik sonları olan birkaç istisna hariç. Örneğin;  Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Abhazya’yı temsil eden Simon Basariya, Sovyet işgali sonucunda Abhazya’yı terk etmemiş ama tüm politik faaliyetlerden uzak durarak uzun yıllar öğretmenlik yapmıştı. Simon Basariya, Eylül 1941’de, Alman ordularının Kuzey Kafkasya’ya doğru ilerlediği bir dönemde, 20 Abhaz aydını ile birlikte “Almanlarla işbirliği yapma ihtimali” nedeniyle tutuklandı ve kurşuna dizilerek öldürüldü.

M. Said ŞamilLiberal milliyetçi ve Sosyal Demokrat politik aktörler, önce daha işgal altına girmemiş Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Meclisi’nin taşınmış bulunduğu Tiflis’e geçmişler ve politik mücadelelerini buradan sürdürmüşlerdi. Örneğin, “Ünitarist, Demokratik Rusya” hayalini uzun süre muhafaza eden ve bu yüzden Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ilanına bir süre soğuk bakan Ahmet Tsalıkattı, Merkezi Rusya’da yaşadığı büyük hayal kırıklıkları sonucu vatanına dönmüş ve bağımsızlıkçı kanat ile birlikte Tiflis’e geçmişti. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Meclisi Tiflis’te sürgün parlamentosu gibi çalışarak politik ve diplomatik mücadelesini sürdürürken, Dağıstan ve Çeçenistan’da kurulan Savunma Konseyi de Kızıl Ordu’ya karşı Haziran 1922’ye kadar askeri mücadeleyi sürdürmüştür. Daha sonraki yıllarda politik emigrasyonun en önemli aktörlerinden biri olacak olan Said Şamil de, 18 yaşında Savunma Konseyi’nin liderlik yapması için çağırdığı babası Kamil Paşa’nın (İmam Şamil’in oğlu) yerine Dağıstan’a gelmiş ve ulusal birliklerle beraber Kızılordu’ya karşı savaşmıştı. Savaşın kaybedilmesinden sonra Said Şamil’de önce Tiflis’e, sonra’da diğer politik aktörlerle beraber vatanlarını bir daha görmemek üzere terk etmek zorunda kalmışlardı.

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Devlet Başkanı Pşımaho Kosok kardeşleriyle birlikte (Solda ayakta duran).Güney Kafkasya’nın da Kızılordu işgali altına girmesinden sonra burada da barınamayan ve politik literatüre “Kuzey Kafkasya Emigrasyonu” olarak geçen Kuzey Kafkasyalı politikacılar, Türkiye üzerinden (bir kısmı Türkiye’de kaldı.) Avrupa’ya geçerek ömürlerinin sonuna kadar çalışmalarını Paris, Prag, Varşova ve Berlin gibi merkezlerde sürdürdüler. “Kuzey Kafkasya Emigrasyonu”nun büyük bir kısmı Türkiye’de barınamamıştı. Bununda sebebi de Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan Ankara Antlaşmasıdır. Bu antlaşma ile her iki ülke birbirine karşı bağımsızlık hareketi yapacak grupları etkisiz hale getireceklerini garanti ediyorlardı. Bundan dolayı da Türkiye, Kafkasya’dan gelen politik mültecilerin önüne hiç bir faaliyette bulunmama ve politik hayattan çekilme seçeneği ile Türkiye’yi terk etme seçeneğini koyuyor. Pşımaho Kotse, Mikail Halil gibi bir kısım mülteci bu şartları kabul ediyor ve Türkiye’de kalıyorlar. Türkiye’de kalanların büyük bir kısmı 1950’li yılların başına kadar politik açıdan oldukça pasif ve sosyal açıdan da maddi ve manevi sıkıntıların hat safhada olduğu meşakkatli bir hayat yaşıyorlar. Buna en çarpıcı örnek, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ikinci devlet başkanı Pşımaho Kotse’nin ibretlik yaşamıdır.

Kuzey Kafkasya’nın 1922 yılının ortalarında Sovyet Rusya egemenliğine girmesinden sonra Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti toprakları, 1924 yılında “parçala ve hükmet” taktiği ile tasarlanan idari bölgelere parçalanmıştı. Küçük değişikliklerle günümüze kadar gelen bu düzenleme, son yıllarda daha da kötüleşerek Rusya Federasyonu içinde de devam etmektedir. Kuzey Kafkasya’nın idari yönden parçalanmasının yanı sıra bölgede ortak özellikler taşıyan tüm kurumlarda 1930’lu yıllarda sırasıyla ortadan kaldırıldılar. Örneğin “Bilimsel Araştırma Enstitüleri Merkezi”, “Kuzey Kafkasya Araştırma Enstitüsü” “Kuzey Kafkasya Müzeleri”  ve “Kuzey Kafkas Alfabelerini Birleştirme Komitesi”nin gibi.  Barasbi Baytugan bir yazısında, komitenin kapatılmasını “Kuzey Kafkasya Birliği’ne indirilmiş en büyük darbedir” diyerek eleştirir. Bu komite, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş gerekçesiyle sadece birbirine yakın akraba diller için değil (ki esas itibariyle bir bütün olarak Kuzey Kafkas dilleri öyledir), aynı zamanda aynı dilin lehçeleri için de birbirine hiç de benzemeyen Latinleştirilmiş alfabeler düzenlenmişti. Buna en güzel örnek üç “otonomi”ye bölünen Adigeler gösterilebilir: Bu tek halkın her üç kısmı da ana dillerinde kendilerini “Adige”, dillerini de “Adiğabze” (Adige dili) diye isimlendiriyorlardı. Buna rağmen küçük lehçe farklılıklarından faydalanılarak her biri için ayrı, birbirine benzemeyen alfabeler ve bunun sonucu olarak da üç “edebi dil” oluşturulmuştu. 1930’ların sonunda Latin alfabesinin Rus alfabesiyle değiştirilmesi sırasında da aynı durum korunmuştur. Sovyet rejiminin bu yıllarda Kuzey Kafkasya’ya vurduğu son darbe yine insan kaynaklarına olmuştur. Rejimin yerleşmesine pasif veya aktif direniş gösteren binlerce sıradan insan öldürüldü veya Sibirya’ya sürüldüler. Bu yetmedi. Kızılordu’nun Kuzey Kafkasya’ya yerleşmesinde aktif rol alan yerli milli Bolşeviklerin tamamı 1930’lu yıllarda “burjuva milliyetçisi vb. ithamlarla yok edildiler.

Bölüm – II

Bir cevap yazın