II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde, Sovyetler yönetimi, Joseph Stalin’in direkt emirleriyle, Çeçenler, İnguşlar, Balkarlar, Kalmuklar, Karaçaylar, Kırım Tatarları, Meshetler, Volga Almanları ve Karadeniz sahil kıyılarındaki bazı Ermeniler de dahil olmak üzere 1,5 milyon insanı zorla yurtlarından kopardı. O tarihte, nüfusu 500 bin civarında olan Çeçen-İnguşlar (Waynakhlar), bu halklar içerisindeki en kalabalık grup. Sovyet idaresi için çalışmakta olan resmi görevliler ve Sovyet ordusunda Nazi Almanyası’na karşı savaşmış Çeçen askerler dâhil olmak üzere, hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm halk, 23 Şubat 1944 tarihinde eş zamanlı başlayan özel bir operasyon ile tutuklandı, önceden hazırlanmış hayvan vagonlarına bindirildi, Orta Asya ve Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Yolculuk şartları, açlık, soğuk ve salgın hastalıklar gibi nedenlerle yaklaşık 250 bin Çeçen-İnguş’un hayatını kaybettiği biliniyor. Sovyet yönetimi bu kararının resmi temelini ise, sürgüne gönderdiği halkların Nazi Almanyası ile işbirliği yaptıkları, Sovyet yönetimine başkaldırdıkları veya ayrılıkçı fikirlerin yaygın olması gibi gerçek dışı bahanelerin üzerine inşa etti.
Waynakhların topraklarından koparıldıkları bu meşum olayın bu yıl, 70. yıldönümü. Bu olayı, Waynakhların bu anki durumunu ve Çeçenya’nın bugünkü durumunu, avukat ve aktivist Burak Öztaş’la konuştuk.
Bu olay hakkında, Rusya’nın devlet tezlerine baktığımızda, 1915 Ermeni Soykırımı’na çok benzer tezler görüyoruz: Savaş döneminde düşmanla işbirliği, isyan ihtimali vs. Suçu işleyen tarafın bu kadar benzeşmesi hakkında neler diyebilirsiniz?
Dünya tarihinde işlenmiş en ciddi ve en büyük suçların ardında devletlerin olduğunu görüyoruz. Ancak devletler, bu hareketlerini kendilerince yasal zeminlere oturtmakta ve bunların bir suç olmadığını gösterme kaygısını gütmekte. Nasıl ki, Anadolu topraklarında Ermenilerin katledilmesi çeşitli bahanelerle meşrulaştırılmaya çalışılıyorsa, Kemalist resmi tarih, Ermeni halkına yönelik soykırım gerçeğini reddediyorsa; Sovyetler Birliği ya da Rusya’da Çeçenlere yönelik işlemiş olduğu soykırım suçunu, insanlığa karşı suçları ve savaş suçlarını aynı şekilde kamufle etme gayreti içerisinde. Bu noktada, toplum nezdinde eleştiri ile karşılaşmamak, devletin hareketini meşrulaştırmak ve kusuru tamamen karşı tarafa yıkmak adına öne sürülebilecek en etkili argümanların başında vatana ihanet, düşmanla işbirliği, ayrılıkçılık, toplumun can güvenliğinin tehlikede olması ve dini motifler gibi gerekçeler gelmekte.
Şu anda Waynakhlar, bu olayların tanınması için nasıl çalışmalar yürütüyorlar? Dünya’da bu olayı, soykırım veya etnik temizlik olarak tanıyan ülke var mı?
Özellikle 1994 yılındaki savaş ve 1999 yılında yeniden başlayan Rus işgali nedeniyle anavatan Çeçenya’yı terk etmek zorunda kalan on binlerce Waynakh, dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Bulundukları ülkelerde bu sürgünün ve soykırımın öğrenilmesi için çaba sarf ediyorlar. Çeçenya’daki Rus işgalinin henüz dünya kamuoyunun gündeminde olduğu 2004 yılında Çeçenya konusuna ilgi duyan bazı Avrupalı vekillerin girişimi ile Avrupa Parlamentosu, 23 Şubat 1944’te Çeçen halkının maruz kaldığı sürgünü bir “soykırım” olarak tanıdı. Yine Amerika Birleşik Devletleri Senatosu’nun 2001 yılında bu sürgünün anılması ile ilgili olarak aldığı bir karar var. Avrupa genelinde çeşitli parlamentolara, Avrupa Parlamentosu kararı emsal gösterilerek yapılmış başvurular var ama Rusya ile olan ekonomik ilişkiler nedeniyle henüz Avrupa’da bunu soykırım olarak tanıyan bir ülke yok. Türkiye’de ise geçtiğimiz günlerde aylık yayınlanan Marsho dergisi, Waynakh Online internet sitesi ve Save Chechnya Campaign adlı sivil toplum kuruluşunun Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yönelik “Soykırımı Tanı” çağrısı vardı ama şu ana kadar parlamentoda bu konu gündeme gelmedi.
Stalin’den sonra göreve gelen Nikita Kruşçev, 1956’da Stalin politikalarını “ideoloji dışı” olarak adlandırarak, belki de tanıma ve yüzleşme yolunda bir adım attı diyebiliriz. SSCB dönemiyle artık bir ilişkisi olmayan Rusya’nın bu olay karşısında tutumu nedir?
Kruşçev’in attığı adımı tarihle yüzleşme olarak nitelendirmek abartılı olur. Sadece geri dönüşe izin vermek ya da Stalinist politikaları eleştirmek, sürgüne maruz kalmış halklar açısından yeterli kabul edilemez. Tanıma ve yüzleşmekten bahsettiğimiz zaman, verilen zararların tazmini konusu gündeme gelmelidir. Ancak Stalin sonrası Sovyet yönetiminin, bırakın Çeçen-İnguşlara tazminat ödemeyi, sürgün sırasında zorla el konulan malvarlıklarının iade edilmesi ya da geri dönüşleri için maddi kaynak aktarılması gibi temel konularda dahi adım atmadığını, buna karşın Çeçen-İnguşların kalabalık gruplar halinde geri dönüşlerini engellemeye çalıştığını görüyoruz. Henüz Rusya Federasyonu kurulmadan önce, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti kendi vatandaşlarına yönelik hazırladığı ve “Ezilmiş Halkların Rehabilitasyonu” adını verdiği bir yasayı, 26 Nisan 1991 tarihinde yürürlüğe koydu. Bu yasa ile çeşitli hakların iade edileceği ve az miktarda da olsa bir tazminat ödeneceği belirlenmişti. Ancak bu dönemde Çeçenler, Sovyetler Birliği’nden ayrılma sürecinde olduğu için hukuken herhangi bir bağı olmadığı tarafa yönelik bir talepte bulunmadı. Rusya Federasyonu’nun ilan edilmesinden sonra, bazı Çeçenlerin yaptığı bireysel tazminat başvuruları ise Rus yönetimi tarafından reddedildi. Öte yandan Rusya Federasyonu, 1944 Sürgünü’nü bugün Kuzey Kafkasya’da etnik temelli çatışma ortamları yaratmak için kullanmakta. 1992 yılında Osetyalıların, İnguş sivillere yönelik gerçekleştirdiği toplu katliamların ardında, İnguşlara ait olan toprakların 1944 Sürgünü sonrasında Osetyalılara verilmesi, Osetlerin bu topraklarda geri dönen İnguşları istememesi ve Rus yönetiminin burada tansiyonun sürekli yüksek olması için oynadığı oyunlar yatmaktadır.
Türkiye’deki Waynakhlar bu olay hakkında bilgilere sahip mi?
Türkiye’deki Waynakh Diasporası 23 Şubat 1944’teki sürgün hakkında temel bilgilere sahip olmakla birlikte, anavatan Çeçenya’da bu sürgünün etkileri ve o yıllardaki hatıraların acıları daha canlı bir şekilde hissedilmekte. Sürgün sırasında Sovyet yönetiminin Waynakh tarihine ait tüm belgeleri yok ettiğini, Çeçen-İnguşlar hakkındaki bilgileri ansiklopedilerden ve haritalardan sildirdiğini belirtmek gerekir, ayrıca 1994 ve 1999 yıllarındaki savaşlarla birlikte sürgüne ilişkin belgelerde büyük oranda yok oldu. Bu bağlamda Çeçen-İnguş halkının sözlü tarihinin sürgünde yaşanılanların aktarılmasında ve anıların yeni nesilde dahi halen diri olmasında aktif bir rol oynadığını söyleyebiliriz.
23 Şubat, bu olayın 70. yıldönümü, anma için ne gibi etkinlikler yapılacak?
Her sene olduğu gibi yine Çeçen-İnguşların yaşadığı yerlerde çeşitli etkinlikler ve protesto gösterileri olacak. Bu yıl, Belçika’da yoğun bir program var. 22 Şubat’ta sürgün hakkında bir konferans düzenlenecek, bir protesto eylemi gerçekleştirilecek ve 23 Şubat günü de Çeçen Cumhuriyeti İçkerya hükümeti Başbakanı Akhmed Zakayev’in de katılacağı bir anma etkinliği olacak. Şu ana kadar bana ulaşan bilgi notları vasıtasıyla, Avusturya’nın başkenti Viyana’da iki akademisyenin katılımı ile sürgün hakkında bilgilendirici bir etkinlik düzenleneceğini; Paris’te bir protesto gösterisi olacağını, Danimarka’nın başkenti Kopenhag’ta Rusya Federasyonu Konsolosluğu önünde bir protesto gerçekleştirileceğini ve Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te ise bir anma etkinliği olacağını söyleyebilirim. Halen Rusya’nın işgali altında bulunan Çeçenya’da ise herhangi bir anma programı olmayacağını, çünkü Kremlin’in atadığı Kadirov ve onun kanlı rejiminin bu yöndeki programları yasakladığını da eklemek gerekir.
Çeçenya’da SSCB’nin dağılmasından beri sular bir türlü durulmadı. Şimdi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çeçenya Devlet Başkanı Ramazan Kadirov’un baskısı altında “huzurlu” ve “restore edilen” bir Çeçenya resmi var karşımızda, fakat siyasi cinayetler, hukuksuzluklar ve ekonomik yeteriszlikler halen devam ediyor. Çeçenya’da son durum nedir?
Eğer enerji alanındaki bağımlılığı ve ekonomik ilişkileri belli bir seviyeye ulaşmış Türkiye hükümetinin, kısa sürede çok para kazanmak arzusundaki bir işadamının ya da Rus yönetiminin emirlerini yerine getiren yerel işbirlikçilerin gözünden bakıyorsanız, “huzurlu” ve “yeniden imar edilmiş” bir Çeçenya resmini görebilirsiniz. Ancak orada yaşayan sıradan bir Çeçen’in gözünden baktığınızda ise ustaca dizayn edilmiş bir vitrinin arkasındaki “işgali”, “can ve mal güvenliğinin bulunmamasını”, “işkenceyi”, “hukuksuzluğu”, “rüşveti”, “işsizliği” ve “belirsiz bir geleceği” görüyorsunuz. Çeçen Cumhuriyeti İçkerya topraklarındaki Rus kolonizasyonu devam etmektedir. Rus işgal güçlerinin verdiği izinle koltuklarında oturan yerel işbirlikçiler, tehdit olarak algıladıkları her türlü muhalif sesi susturmakta, kendilerine karşı olduklarını düşündükleri sivilleri kaçırmakta, işkence etmekte ve yargısız infaza tabi tutmaktadır. Çeçenya, bugün hiçbir hukuk kuralının geçerli olmadığı ve insan haklarının sürekli olarak ihlal edildiği, uluslararası toplumun tek başına bir bölgedir.