Bununla birlikte, uluslararası alanda hizmet veren politikacılar , Çeçen halkına karşı işlenen suçların cezasız kalıyor oluşunun, yüzyıllardır oluşturmaya çalışılan uluslararası hukuk sistemini görmezden geldiği gerçeğine gözlerini kapatmayı deniyorlar. Bu konuda verilebilecek en yeni örnek, Kafkaslarda Rusya tarafından kışkırtılarak oluşturulan karmaşadır. Ancak, denenmiş ve test edilmiş Çeçen senaryoları ile birlikte birçok insanı olası ölüm ve cefadan kurtaran, bu karmaşıklığın kısa bir süreliğine de olsa son bulmasını sağlayan Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy’nin kararlı çabalarına teşekkür etmek gerekir. Ne yazık ki, 1994 ve 1999 yıllarında Rusya’nın Çeçen halkına iki defa yaptığı saldırılarda öyle görünüyor ki hiçbir devlet başkanı veya uluslararası kuruluş lideri Çeçen insanların katledilmesine son veremedi. Kendilerini Rusya’nın enerji kaynaklarına ve politik çıkarlarına bağımlı gördüklerinden Çeçenya’da yaşanmakta olan insan hakları ihlallerine görünürde ‘ilgi’ gösteriyor olsalar da, bu savaşları sonlandırmaya yönelik yapıcı bir adım atmadılar. Aşağıda daha ayrıntılı bir şekilde dile getirilecek olan uluslararası yükümlülüklerden geri adım atmış olan pek çok devlet başkanı ve uluslararası kuruluş lideri ,Çeçen halkına karşı işleyeceği soykırım için Rusya’nın önünü açmışlar, şahsi masumiyet politikasını izlemişlerdir. Diğer yandan yaptıkları işten para alan ve hukuk, insan hakları eşitliği, insancıllık ve insanlık gibi değerlerden son derece uzak olan Rus politika yapıcıları ve askeri yetkilileri tüm bu suçlardan herhangi bir ceza almayacaklarını bilerek gönül rahatlığı ile yaşıyor ve uluslararası hukuk maddelerine göz atma gereğinde bile bulunmuyorlardı.
Kendilerini demokrat ‘kılığına bürümüş’ ve sınırsız bir gücü ellerinde bulundurmakta –Rusya’daki gücü kontrol etmekte- olan komünist şahıslar ise ister Rus isterse başka bir milletten olsun sıradan insanların kaderine ilişkin herhangi bir ilgi göstermemişlerdir. Bu durum, Ocak 1995 başlarında Grozny’de çıkan çatışmalar sırasında Rus tankları kendi askerlerinin ölü bedenleri üzerinden rahatlıkla geçip gidebilmiş olmalarını veya diğer uluslardan gelen temsilcilerin de içlerinde yer aldığı ve birinci savaştan önce 200,000’den fazla Rus’un yaşamakta olduğu ve tahliye edilmesine bile gerek duyulmayan Grozny’nin Rus uçakları tarafından rasgele bombalanmış olmasını tam olarak açıklamaktadır. Rusya’nın kendi halkı da Çeçenlerle birlikte mermi, bomba ve güllelerle karşı karşıya kalmış ve ölüme terk edilmişlerdir. Rus film yapımcısı ve politikacı Stanislav Govorukhin’in değerlendirmelerine göre, Grozny’nin öylesine bombalanması sırasında 35,000 etnik Rus öldürülmüştür. Tüm bu yaşananlar Çeçen halkını ölüme terk ederken Rusya’nın politik ve askeri yetkililerinin aslında ‘terörizme karşı bir mücadele verdiğini’ savunanlar tarafından aşikar bir surette unutulmaktadır.
Terörizmi de içinde barındıran tüm kötülükler adaletsizlikte kök bulmuştur. Kötülüklerin temelini oluşturan bu adaletsizlik karşısında sizleri yasal yöntemlerle mücadeleye davet ediyor ve bu yaklaşımı gerçekleştirdiğimiz takdirde 1940’lı yıllarda yaşanan sessizlikle birlikte akıtmış olduğumuz kanlı gözyaşlarını yinelemeyeceğimize yürekten inanıyorum. Çeçen mücadelesi; uluslararası hukukun, gerektiğinde çifte standartlara göre hareket ettiğinin ve adaletin değil aslında güçlü olanın yanında olduğunun bir kanıtıdır. ‘Rusya’nın iç meselelerine’ karışmayı da reddeden tüm hükümetler Çeçen halkını faşist rejime karşı savunmaktan kaçınarak uluslararası hukukun kurulu sistemini yerle bir etmeye doğru bir adım atmış, gücün daha da büyümesine göz yummuşlardır. Uluslararası alanda hizmet veren politikacılar , Çeçen halkının yaşamakta olduğu ölüm ve ızdıraplara ve dünyada gelişmekte olan tehlikeye karşı pişmanlık dolu gözlerle bakıyor olsalar da, hiç şüphe yok ki tarih bu türden bir ayrımcılığı hiçbir zaman affetmeyecektir.
1992 yılında, Rusya’nın silahlı kuvvetleri yine Rusya liderlerince verilen emirle (hiçbir yasal dayanak olmaksızın) Çeçenya’dan geri çekildiği zaman, arkalarında bölgede yaşayanlar tarafından gasp edilmek üzere çok sayıda silah bırakmışlardır. Ben kendi adıma bunun sinsice izlenmiş bir plan olduğunu görerek halkıma durumun savaşı kızıştırmaktan başka bir amaç gütmediğine yönelik bir açıklamada bulundum. O günün hemen ardından, -başarılı olamasam da- BM, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve uluslararası alandaki politikacılar ile Çeçen problemini görüşme, buna bağlı olarak barışı destekleyici fikirlerini alma ve BM Kanunu ile diğer uluslararası belgelerde yer alan hukuk kuralları ve insan haklarına ilişkin maddeleri değerlendirme talebinde bulunarak kendimi ve düşüncelerimi buna yönelttim. Yine benzer talepler ile, kuruluşlarının yerle bir edildiği Grozny’den yola çıkarak Gürcistan, Azerbaycan, Türkiye, Danimarka, Belçika, Lüksemburg, Almanya ve Fransa olmak üzere toplam 4,500 km.’nin kat edildiği sayısız yürüyüşler düzenlendi. Ben şahsım adıma 4 tanesi Strasbourg’da olmak üzere, toplam 238 günlük 7 açlık grevi gerçekleştirdim. Uluslararası kuruluşlar ve BM üyeleri ile Çeçen sorununa barışçıl yaklaşımlar sunmaları ve aracı rolü üstlenmeleri için sayısız görüşmeler yaptım ve toplantılara katıldım. Ancak tüm bu rica, istek ve talepler güçlü suçluların çıkarları dahilinde görmezden gelindi veya susturuldu. Bu durumda tepkisiz kalmayan Rus istihbarat birimi iki ciddi atılımla ve silah kullanarak pek çok kez hayatıma kastetmiştir.
Rusya’nın Çeçen halkına karşı düzenlediği insanlık dışı ve saldırı niteliğindeki savaşının başlangıcından bu yana, dünya genelindeki pek çok dürüst insanın desteklerine rağmen, hala üst düzey uluslararası kuruluşları ve politikacıları Çeçen sorunsalını uluslararası hukuk çerçevesinde, objektif ve adil bir yaklaşımla gözlemlemeleri için ikna etmeye çabalıyoruz. Gözlemleme talebini reddediyor oluşları faillere işlemekte oldukları bu suçları kurbanlarına yöneltme fırsatı sunuyor. Rusya uluslararası teamülleri görmezden geliyor ve yasaklanmış olan silahları konuşlandırıyorken, huzur dolu kent ve kasabaları yerle bir ediyor ve masum sivilleri öldürüyorken gücü elinde barındıranlar ve hükümet başkanlığı yapanlar Çeçen sorunlarına objektif olarak yaklaşma cesaretini kendilerinde bulamıyorlar. Hiçbiri Çeçenya’daki sivillere karşı işlenen bu insanlık suçu karşısında dur demeye henüz yeltenmedi. Hiç kimse, Rusya’nın elinde bulundurduğu suç işleme gücüne karşı direniş gösterip de aşağıdaki soruların cevabını alma cesaretini göstermedi:
— hangi yasal dayanak (Rusya’nın kendi dayanağı ve uluslararası hukukun görmezden geldiği normlar) doğrultusunda Çeçen halkına karşı iki kanlı savaş gerçekleştirildi?
— Bütün bu savaşların ortaya çıkmasında, yaşanan kanlı çatışmalarda ve neden olunan maddi – manevi kayıplarda sorumluluğu kim üstlenecek ve asıl suçlu kim?
— savaş kim için, ne için gerekli görüldü?
— Rus politikacılar ve askeri yetkililer Çeçen problemini çözmede neden en kanlı, insanlık dışı yolu tercih etti?
Bu ve bu gibi sorulara verilen tek bir cevap dahi (’Rusya’nın iç meselelerine pek uymasa da), yaşanan pek çok duruma netlik kazandıracak ve doğruyu aydınlığa çıkaracaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı, yıllardan beri Çeçen probleminin objektif bir açıdan incelenmesini olanaksız kılan bu durumlar karşısında, dikkatlerinizi pek çok politikacının önceden tahakküm edilen bir sessizlikle karşıladıkları gerçeğe yöneltmek isterim. Dahası, Rusya’nın Çeçenya’da yürüttüğü savaşların temelinin aslında uluslararası hukuka ve Rus Anayasası’na göre yasadışı olan Rusya Başkanlığının Kararnameleri ve Rus Federasyonunun Hükümleri olduğu gerçeğine dikkat etmenizi talep etmekteyim. Tüm bu kararnameler Çeçen halkının yaşamakta olduğu büyük trajedinin baş nedenidir. Şöyle ki;
— Daha önceki Rus Başkanı Boris Yeltsin tarafından 30 Kasım 1994 tarihinde düzenlenen, ancak gizli tutulan ve hiçbir zaman kamuya açılmayan 2137 no’lu Kararname, Çeçenya’ya karşı her türlü aracın kullanılmasına fırsat vermektedir. Yalnızca 11 gün yürürlükte kalan 2137 no’lu bu Yasadışı Kararname geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açarak savaşı tetikledi. Sonrasında ise yazılı olmayan, acımasız kanunlarına göre hareket etmeyi sürdürdü;
— 9 Aralık 1994 tarihli, 2166 no’lu Kararname;
— 11 Aralık 1994 tarihli, 2169 no’lu Kararname;
— 9 Aralık 1994 tarihli, 1360 no’lu Rus Hükümet Kararnamesi.
Bugüne kadar, bu kararnamelerin hiçbiri feshedilmedi ve hiçbir yasal dayanakları bulunmuyor olsa da pratikte işlemeyi sürdürerek yaşananların manipüle edilmesini sağladı. 1999 sonbahar aylarında Rus şehirlerinde yaşanan patlamalar –Ryzan şehrinde ortaya çıktığı gibi belli bir amaç doğrultusunda Rus istihbarat birimleri tarafınca organize edildi- ve Dağıstanlı isyancılara yardım etmeye kışkırtılan silahlı Çeçen gruplarının istilasıyla birlikte, adı geçen bu kararnameler 1999 yılında Çeçen halkına karşı işlenen yeni bir insanlık suçunu “haklı çıkarmak” için Yeltsin ve varisi Vladimir Putin tarafından kullanıldı. Nihayetinde kim gerçekleştirmiş olursa olsun, Kremlin tarafından Çeçen halkına karşı yürütülen tüm terörist hareketler ve devlet terörü Vladimir Putin başkanlığında Rus politikacılarının ve askeri yetkililerinin emirleri ile gerçekleştirildi. Tüm bu hatalı yaklaşımların dayalı olduğu kanunsuzluk, sözü edilen gizli ve yasadışı Kanunnameler ve Hükümler ile gerçekleştirilmiş olup, adı geçen hükümler Rusya’nın kendi politikacılarının ve askeri yetkililerinin ihtiyacı doğrultusunda kullanılmaktadır.
Bölüm I: Başkanlık Kararnameleri ve Rus Federasyonu Hükümlerinin yasadışı oluşlarını destekleyen gerçekler
Madde 1 – Rus Federasyonu Anayasasının ihlali
1. – ‘Kamuoyuna açıklanmadıkları takdirde insan hak ve özgürlüğü, birey ve yurttaşların görevlerinin kullanılmaması durumunda izlenecek normatif yasal hareketler’ bildirisinde bulunan 15. maddenin 3. fıkrasının ihlali. Bu ihlal, sözü edilen kararnamelerin yasa dışılığını onaylar niteliktedir.
2. – Bu Kararname ve Hükümler hazırlandığı zaman, acil durum tanımlaması yapılmamıştı, zira tüm bunların 17 Mayıs 1991 tarihli ‘Acil Durum’ başlıklı RSFSR Kanunu ile uyum içerisinde yürütülmesi gerekmekteydi. Daha sonra bu hükümler, sözde acil durumlar altında Çeçenya’da kukla niteliği gören yetkililerin ‘seçilmesi’ için kullanılmışlardır. Bu durum, Rusya’nın tüm faaliyetlerinin bir amaca dayandırıldığı gerçeğini gözler önüne sermektedir.
3. – Başkanlık Kararnameleri ve Rus Hükümeti’nin hazırlamış olduğu Hükümler özel kurumsal normlara dayandırılmadı. Rusya, Çeçenya’nın kendi topraklarının bir parçası olduğunu öne sürmekte ve kendi silahlı kuvvetlerini de içte gerçekleşecek karışıklık için kullanacağını dile getirmektedir. Ancak bu durum, Rus Hükümeti Başkanlığının düzenlemiş olduğu 2 Kasım 1993 tarihli, ‘Askeri Doktrinlerin Temel Hükümleri’ adlı 1833 no’lu Kararname ve ‘Savunma’ kanununun 5. ve 6. maddeleri ile çelişki içerisindedir. Ne Başkanlık ne de Hükümetin kendisi silahlı kuvvetleri içte meydana gelebilecek karışıklıklarda kullanmak için gerekli önceliğe sahip değildir. Bu durum ise, Kararname ve Hükümlerin ihlal edilişini Rus Federasyonu’nun oluşturduğu düzenin temeli haline getirmekte olup, devamında gerçekleştirilecek olan suçların uygulanması amacıyla önceden belirlenen bir politika ile uygulanıyor olduklarını göstermektedir.
4. – Bütün bu Kararname ve Hükümlerin ihlal edilmesi ve hak ve özgürlüklerin yasadışı bir şekilde sınırlandırılması Rusya Federasyonu’nun ortaya koyduğu Anayasada bulunan 20, 21, 23. (1. fıkra), 24, 28, 34 (1. fıkra), 40 (1. fıkra), 46 ve 54 no’lu maddelerin getirdiği yasal sınırlamaya tabii tutulmamakta ve yine Rus Anayasası ile çelişerek Çeçenya bölgesindeki sosyal düzenin dağılmasına sebebiyet vermektedir.
5. – ‘Başkan; Rusya Federasyonu’nun hazırlamış olduğu Anayasa’nın, insan – sivil hak ve özgürlüklerinin kefili sayılacaktır’ diyen Anayasa’nın 80. maddesinin 2. fıkrasının ihlali.
6. – Başkan’ın göreve seçilme tarihinden itibaren halkına verdiği sözü içeren ve ‘Rusya Federasyonu Başkanlığı konumuna gelerek elde etmiş olduğum tüm hak ve yetkilerimi halkımın ve yurttaşımın hak ve özgürlüklerini koruyarak, Rusya Federasyonu’nun oluşturmuş olduğu Anayasa’yı koruyup sakınacağıma ant içerim’ diyen Anayasa’nın 82. maddesinin 1. bendinin ihlali.
Madde 2 – Uluslararası hukukun temel hedef, ilke ve normlarının ihlali
1 – İhlal edilen hükümler: BM’nin öne sürdüğü ‘Hedef ve İlkeler’ bölüm I madde 1 bent 1, 2, 3 ve 4; ‘Uyuşmazlık karşısında Barışçıl Politika’ bölüm VI madde 33; ‘Kendini Savunamaz Durumdaki Bölgelere Dair Deklarasyon’ bölüm XI madde 73. SSCB’nin –ki kanuni varisi Rusya’dır-Rusya’nın 26 Ağustos 1966 tarihinde imzalamış olduğu BM Tüzüğü olduğundan, Rusya bunları uygulamak zorundadır.
2. – Avrupa Konseyi’nin ‘Avrupa Konseyi’nin her üyesi insan hakları ve temel özgürlükleri yargılama yetkisi doğrultusunda belirtilen hüküm ve kanunlara uymayı Kabul edecek ve Bölüm I’de belirtildiği şekliyle Konseyin hedefi doğrultusunda dürüstçe ve etkili bir biçimde işbirliği halinde olacaktır,’ diye belirtilen Bölüm II, Madde 3’ün ihlali.
3. –10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 1, 2, 3, 5, 7, 8, 9, 10, 11, 12 no’lu maddelerin, 16 no’lu maddenin 3. bendinin; 17 no’lu maddenin 1 ve 2. bentlerinin; 21 no’lu maddenin 1 ve 3. bentlerinin ve 28 no’lu maddenin ihlali.
4. – 12 Ağustos 1949 tarihli Savaş Sırasında Sivillerin Korunması ile ilgili olarak düzenlenen Dördüncü Cenevre Konvansiyonunun 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 24, 25, 26, 27, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 47, 51, 53, 70, 71, 76, 144, 145, 147 no’lu maddelerinin ihlali; aynı zamanda Birinci Ek Protokol’de yer alan 3, 4, 5 ve 6 no’lu maddeler ile 1 no’lu kısım ve paragraflar; 11 no’lu madde, kısım 2, fıkra 2; kısım 3’te yer alan 32, 33, 34 no’lu maddeler; kısım 2; 37 ve 41 no’lu maddeleri kısım 1, fıkra 3; 44 ve 45 no’lu maddeler, kısım 2, fıkra 3; kısım 1, fıkra 4; kısım 2’de yer alan 50 ve 51 no’lu maddeler, fıkra 4; kısım 3’te yer alan 52, 53, 54, 55, 56 no’lu maddeler, fıkra 4; 68, 69, 70 no’lu maddeler, kısım 2, fıkra 4; 74 ve 75 no’lu maddeleri, kısım 3, fıkra 4; 76, 77, 78 ve 79 no’lu maddeler, kısım 2 ve 3, fıkra 4; ve İkinci Ek Protokol’ün 1, 2 ve 4 no’lu fıkralarının ihlali.
5. – 4 Ocak 1957 tarihinde Rusya’da yürürlüğe sokulan, 14 Mayıs 1954 tarihli Silahlı Çatışma Durumunda Kültürel Hazinenin Korunması için düzenlenen Lahey Konvansiyonu’nun ihlali.
6. – 20 Kasım 1959 tarihinde düzenlenen Çocuk Hakları Deklarasyonu’nda bildirilen ilkelerin ihlali.
7. –Sömürge Ülkelerine ve Ülke Vatandaşlarına Bağımsızlık Kazandırma üzerine hazırlanan 14 Aralık 1960 tarihli Deklarasyonun 1, 2, 3, 4, 5, 6 no’lu maddelerinin ihlali.
8. – 14 Aralık 1962 tarihli BM Genel Kurulu’nun 1803 (XVII) no’lu Kararnamesi’nin ‘Doğal Kaynaklar üzerinde Sürekli Bağımsızlık’ hükmünün ihlali.
9. – 16 Aralık 1966 tarihinde düzenlenen ve 18 Eylül 1973 tarihinde Rusya’da yürürlüğe giren Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin kısım 1, 1 no’lu maddenin ve 2, 4 ve 5 no’lu maddelerin 1, 2 ve 3 no’lu fıkralarının ihlali.
10. – 16 Aralık 1966 tarihli Uluslararası Sivil ve Politika Haklar Sözleşmesi’nin kısım 1, 1 no’lu maddesi, kısım 2, 2 no’lu maddesi ve kısım III, 6, 7, 9, 14, 15, 17, 19, 20, 23, 24, 26 no’lu maddelerin ihlali.
11. – 16 Kasım 1972 tarihinde Ulusal Düzeyde Kültürel ve Doğal Mirasların Korunması ile ilgili olarak hazırlanan BM Tavsiye Kararı’nın ihlali.
12. – 9 Aralık 1975 tarihinde Tüm İnsanları İşkence’ye ve Diğer Acımasız, İnsancıl Olmayan veya Aşağılayıcı Davranışa ya da Cezaya Maruz Kalmaktan Korumak amacıyla düzenlenen Deklarasyonun 12. maddesinin ihlali.
13. – 10 Aralık 1976 tarihinde Çevresel Modifikasyon Tekniklerinin Askeri veya Kötücül bir Amaçla Kullanılmasından Kaçınılması gerekliliği üzerinde düzenlenen ve Rusya’da 5 Ekim 1978 tarihinde yürürlüğe giren BM Konvansiyonu’nun ihlali.
14. – 10 Ekim 1980 tarihinde Yaralayıcı veya Gelişigüzel Etkiye Sahip Belli Konvansiyonel Silahların Kullanım İlkeleri veya Sınırlamaları üzerine düzenlenen Konvansiyonun; Madenlerin, Bubi Tuzaklarının ve Diğer Cihazların Kullanım Sınırlandırmaları ve Yasakları üzerine düzenlenen İkinci Protokol’ün; ve Rusya’da 2 Aralık 1983 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Yakıcı Silahların Kullanım Sınırlandırmaları ve Yasakları üzerine düzenlenen Üçüncü Protokol’ün ihlali.
15. – 10 Aralık 1984 tarihinde İşkence ve Diğer Acımasız, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranış ya da Cezalara yönelik hazırlanan, Rusya’da 26 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe giren Konvansiyon’un kısım 1, 2 no’lu maddenin 1, 2 ve 3 no’lu fıkralarının; kısım I, 4 no’lu maddenin 1 ve 2 no’lu fıkralarının; kısım I, 5 no’lu maddenin 1, 2 ve 3 no’lu fıkralarının; ve 6, 7, 14, 15 ve 16 no’lu maddelerin ihlali.
16. – 4 Aralık 1986 tarihli Gelişim Hakları Deklarasyonunun 10 maddesinin de ihlali –ki 1 no’lu madde şu şekildedir:
‘1. Gelişim hakkı, tüm insan haklarının ve temel özgürlüklerin de kapsayacağı şekilde bireylerin ekonomik, sosyal, kültürel ve politik gelişimlere dahil olabilir, katkıda bulunabilir ve eşlik edebilir olmasına yöneliktir.
‘2. İnsanın gelişim hakkı aynı zamanda kişinin kendi haklarına dair bir farkındalık kazanmasını gerektirir. Kişiler kendi ulusal zenginlik ve kaynakları üzerinde tam bağımsızlık hakkına sahip olabilecekleri gibi, kişi hakları Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi hükümleri ile belirtilmektedir.
17. – 18 Kasım 1987 tarihinde 42/22 no’lu BM Genel Kurul Kararı ile yenilenen Uluslararası İlişkilerde Güç veya Tehdit Unsuru Kullanımından Sakınmasına yönelik İlkenin Etkinliğini içeren Deklarasyonun ihlali.
18. – 9 Aralık 1988 tarihli Tutuklama veya Hapis durumunda Kişileri Korumaya yönelik hazırlanan İlkeler dahilinde alınan, 43/173 no’lu BM Genel Kurul Kararınca onaylanan 39 ilkenin ihlali.
19. – 29 Haziran 1990 tarihinde yeniden ele alınan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Komisyonu’nun düzenlemiş olduğu İnsan Hakları Konferansında hazırlanmış olan Belgede yer alan temel maddelerin ihlali.
20. – 21 Kasım 1990 tarihinde düzenlenen Yeni bir Avrupa için Paris Oturumu’nda ele alınan bölüm 2 (İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukuk Kuralları); bölüm 3 (Ekonomik Özgürlük ve Sorumluluk); bölüm 4 (Güvenlik); bölüm 5 (İnsani Yaşam); bölüm 6 (Çevre)’nın ihlali.
21. – 14 Aralık 1990 tarihinde 45/111 no’lu BM Genel Kurul Kararı ile yeniden ele alınan Hapishane Mahkumlarına Yönelik Davranışta Temel İlkelerin ihlali.
Madde 3 – İşlenen, Affı Olmaz Suçlar
3-1 Soykırım
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması’na yönelik düzenlenen Konvansiyon’un 2 no’lu maddesinde şöyle yazar: ‘soykırım, ‘ulusal, etnik, ırksal veya dini grupların tamamının veya bir bölümünün bilinçli bir çaba harcanarak zarar görmesini sağlamak yolunda atılan adımların herhangi biri olup, bu adımlar aşağıda sıralanmaktadır:
‘(a) Grup üyelerini öldürmek;
‘(b) Grup üyelerine bedensel veya zihinsel olarak ciddi zararlar vermek;
‘(c) Grup üyelerinin tamamına veya bir kısmına fiziksel hasar verecek nitelikte yaşam koşullarını kasti olarak oluşturmak;
‘(d) Grup içerisindeki doğumları önleyici hareketlerde bulunmak;
‘(e) Bir grupta yer alan çocukları zor kullanarak diğer gruba dahil etmek.’
3 no’lu maddeye göre, aşağıda yer alan davranışlar cezai nitelik taşımaktadır:
‘(a) Soykırım;
‘(b) Soykırım işleme teorisi;
‘(c) Soykırım suçuna doğrudan veya alenen teşvik etme;
‘(d) Soykırım işleme girişimi;
‘(e) Soykırım suçuna ortak olma.’
4 no’lu madde, ‘3 no’lu maddede sözü edilen hareketlerde bulunan veya soykırım suçu işleyen kişi ve kişiler ülke yetkilisi, kamu görevlisi veya sıradan bir yurttaş olsalar da cezalandırılmalıdırlar,’ der. Diğer yandan, Rusya Federasyonu Ceza Kanunu’nun 357 no’lu maddesi da soykırım suçunun cezasız bırakılmayacağını bildirir.
Rusya’nın Çeçenya’ya yönelik düzenlemiş olduğu iki savaş süresince, 42,000’i çocuk toplam 250,000’den fazla sivil öldürülmüş olup, askeri operasyonlar döneminde hastalık veya yaralardan ölenlerin sayısı bu rakama dahil edilmemiştir. Yüz binlerce sivil yaralanmış veya hareket edemez hale getirilmiş, mülk ve yaşam alanlarını yitirmiş, mülteci statüsüne girmiş veya yoksul ve zavallı bir yaşama mahkum edilmişlerdir. Sivillerin yaşamakta olduğu kent ve kasabalara yapılan bombalı saldırılar sırasında, Rusya hava kuvvetleri yoğun bir kitlenin acı çekmesine neden olan ve sayısız ölüme yol açan misket bombaları, vakum bombaları, parka tesirli bombalar, yangın bombası ve diğer bomba türlerini kullanmıştır. Çok sayıda suçsuz insan; kaçırma, işkence ve kanundışı yargılamalara maruz bırakılmıştır. Gerçeği büyük ölçüde gölgede bırakan verilere göre son zamanlarda toplam 20,000 Çeçen, Rus hapishanelerinde çürümeye bırakılmıştır; birçoğu keyfi gözaltı süreçlerinde cezai takibata tabi tutulmakta veya Çeçen direniş örgüt üyelerine yardım ve destekte bulunmakla ve ‘teröre’ katkıda bulunmaya yönelik hareket etmekle suçlanmaktadır. Çok sayıda kent ve kasaba yerle bir edilmektedir. Çeçenya’nın ortalama yüzde 80 civarındaki tarihi anıtları tamamen veya kısmen hasara maruz bırakılmaktadır. Savaşın henüz şekillendiği ilk yıllarda ulusal müze, Chekhov Merkez Kütüphanesi, yüksek eğitim kurumları, okullar, hastaneler, anaokulları ve diğer pek çok sivil kurum ve kuruluş hava saldırısı ile ciddi anlamda hasara maruz bırakılmış veya yerle bir edilmiştir. Rusya’nın uluslararası Konvansiyonlarda kullanımı yasaklanan silahları yeniden kullanır hale getirmesinin bir sonucu olarak, Çeçenya’nın ekolojik sistemine etki edecek büyüklükte zararlara yol açılmış, bu durum sonucunda kanser ve benzeri hastalıklar başta olmak üzere çeşitli hastalıklar nüfus üzerinde etkin kılınmıştır. Tüberküloz, kötücül tümör, kardiyovasküler hastalıklar Çeçenya Sağlık Bakanlığı tarafınca salgın olma düzeyine erişen hastalıklar olarak tanımlanmakta olup, bu tür hastalıkların etkisi genç insanlar ve çocuklarda da görülmektedir. Uzmanlara göre, ülkenin florası ve faunasının görmüş olduğu zarardan kurtularak iyileşmesi 50 yıldan fazla bir süreci kapsayacak niteliktedir.
Çeçenya’daki Rus askerlerinin bulundukları eylemler soykırım tanımına tam anlamıyla uymaktadır; bu durumu yalanlayacak bir yasal dayanak ise mevcut değildir. Ancak Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Konvansiyonunu onaylayan BM üye devletlerinin iki savaş süresince Rusya’nın Çeçen halkına karşı uygulamış oldukları soykırım gerçeğini değerlendirmeye almak ve onaylamak için yeterli hukuki sebepleri olmasına rağmen, bu değerlendirmenin yapılmasını bir kenara bırakalım Çeçen halkına karşı işlenen soykırım sorusu dahi resmi makamlarca dile getirilmemektedir. BM ve BM’ye üye devletler BM Sözleşmesi’nde dile getirilen sorumlulukları tam anlamıyla yerine getirmemektedirler. Öte yandan, 1 no’lu maddenin 1. fıkrasında BM’nin öncelikli amacı dile getirilir ve denir ki: ‘Uluslararası barış ve güvenliği korumak, ve görevi yerine getirmek: barışı tehdit edici unsurların önlenmesi ve ortadan kaldırılması, ve barış kurallarının ihlali ve çiğnenmesi durumunun ortadan kaldırılması için gerekli önlemleri almak, ve barışı ortadan kaldırmaya yönelik uluslararası uyuşmazlık ve benzeri durumların giderilmesi için uluslararası hukuk kuralları ve adalet ilkeleriyle uyum içerisinde olarak barışı sürekli kılmak’. Ne yazık ki, Lahey Uyuşmazlık Anlaşması’nın VI. Bölümü ve Barışı Riske Atan, Barışı Engelleyen ve Saldırıya Neden olan Davranışların Cezalandırılması Kanununun VII. Bölümü gönül rızasıyla görmezden gelinmektedir.
Çeçenya’daki sivil nüfusa karşı sürdürülen her iki savaş boyunca, Rus hava kuvvetleri kent ve kasabaları yoğun bombardıman altında bırakarak bu bölgelere rasgele ateş açtı. Bunu yaparken Rus askeri yetkilileri ve politika yapıcıları Savaş Esnasında Sivilleri Koruma ile ilgili olarak 12 Ağustos 1949 tarihinde düzenlenen Lahey Konvansiyonu’nu bilerek ve isteyerek görmezden gelmeyi sürdürdüler. BM üye devletlerinin hiçbiri bu sözleşmede yer alan ve ‘sözleşmeyi imzalayan taraflar yürürlükte kalacak olan Konvansiyon’a her türlü riayet edecek ve saygı gösterecektir’ ibaresini içeren 1 no’lu maddeyi tam anlamıyla yerine getirmemektedir.
Öte yandan Rusya, 10 Ekim 1980 tarihinde Yaralayıcı veya Gelişigüzel Etkiye Sahip Belli Konvansiyonel Silahların Kullanım İlkeleri veya Sınırlamaları üzerine düzenlenen Konvansiyonu ihlal etmektedir. Böylelikle Çeçenya’da bulunan nüfus; süregelen bombardıman, yangın ve yasadışı askeri eylemlere maruz kalarak gerçek kurbanlar olmuşlardır –ki bu durum Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına yönelik Konvansiyon’un 2 no’lu maddesi ile ters düşmektedir. Rusya Federasyonu’nun düzenlemiş olduğu Anayasa’nın 2. kısmı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3 no’lu maddesi, İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumak için düzenlenen Avrupa Konvansiyonu’nun 1 ve 2 no’lu maddelerince dile getirilen yaşama, özgür olma hakları ve kişisel haklar savunulmamakla kalmadı, aynı zamanda ihlal de edildiler. Tüm bunlar gerçekleşirken ise BM, AB ve Avrupa Konseyi üye devletleri duruma sessizce boyun eğmeyi halen sürdürmektedirler. .
Madde 4 – Savaş Suçları, İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar
Rusya’nın her iki savaş boyunca Çeçenya’da işlemiş olduğu savaş suçları ve insanlık suçları ,Rusya yanlısı medya tarafından dünyaya ‘anayasal yenilenme, ‘ayrımcılık ile mücadele’ ve sonrasında ise ‘terörizm’ olarak tanıtıldı. Rusya’daki apartmanların bombalanması ve Dağıstan’daki askeri faaliyetlerde yer alan Çeçen savaşçıların bulunması, Rusya’nın Çeçenya’da ‘uluslararası terörizme’ karşı yürüttüğü ‘anti-terörist mücadele’ tasvirini daha da güçlendirdi. Rusya istihbarat servisleri tarafından Ryzan’daki 12 katlı bir binanın bombalaması eyleminin başarısız bir girişim olması durumu bile, dünya genelindeki politikacıların yaşananları ve var olan savaşın önceden belirlenen politikalar doğrultusunda kızıştırmaya çalışıldığı gerçeğini daha detaylı incelemesini sağlamadı. Zira Putin, dünyaya ‘teröristleri evden uzaklaştıracağı’ sözünü çoktan vermişti bile. Belli uluslararası yükümlülükleri olan BM üye devletlerindeki politikacıların ilgisizlik ve eylemsizlikleri Rus askeri yetkilileri ve politika yapıcılarının şahsi masuniyete sahip birçok sivili ‘anti-terörizm kampanyası’ adı altında öldürmesine fırsat tanıdı. İşlenmekte olan yüzlerce savaş ve insanlık suçlarından yalnızca birkaçını tarafınıza delil olarak sunuyorum:
— 3 Ocak 1995 tarihinde, Rus hava kuvvetleri Shali kentinde merkezde bulunan bir pazarı, otomobil pazarını ve bir hastaneyi bombaladı. Misket bombasıyla yapılan saldırılara maruz kalan sivillerden birçoğu hastanede tedavi altına alınırken, pazar alanında 50 ve hastanede 25 kişi öldü; 186 kişi ağır yaralandı ve bunlardan çoğu daha sonra öldü.
— 21 Ekim 1999 tarihinde, Grozny’nin merkezinde bulunan Doğumevi’nde, bir Pazarda ve postanede, Kalinin bölgesinde bulunan bir camide can alıcı, ani bir bombalı saldırı gerçekleştirilirken, Olimpik bölgesine roket saldırısı düzenlendi. Bu hain saldırının sonucunda (buradaki vahşet tüm dünyayı öfke ve kınama duyguları ile sarsmalıydı), kadın ve yeni doğmuş çocuklar dahil olmak üzere yüzlerce insan öldürüldü ve yaralandı. Ancak birkaç istisna ile birlikte uluslararası alanda Rusya’nın bu barbarca yürütmekte olduğu ‘anti-terörizm’ operasyonuna (bu durumda yeni doğmuş bebekler de ‘terörist’ olarak sayılıyordu) olan ilgisizlik devam etti. Rusya’nın politik ve askeri yetkililerince işlenen suçların bu denli aşikar olmasına rağmen, pek çok hükümet ‘Rusya’nın iç işlerine’ katılmak istemediğinden son derece arkadaş canlısı bildirimlerde bulundular. Bu sırada Rusya şahsi masumiyetiyle ve uluslararası yükümlülüklerini tamamıyla görmezden gelerek can almaya devam etti ve tek bir askeri hedefin dahi bulunmadığı, sivillerin yaşamını sürdürdüğü kent ve kasabalara bombardıman gerçekleştirdi.
— 29 Ekim 1999 tarihinde, mülteciler için insancıl yolların açılması gerektiği bildiriminde bulunan Rus askeri ;Çeçenya ve İnguşya sınırındaki Moskova – Bakü yolu üzerinde bir grup mülteciye bombalı saldırıda bulundu. Bir kez daha yaşamını kurtarmaya çabalayan çok sayıda sivilin ölümüne göz yumuldu.
Rusya iki savaş süresince, pek çok uluslararası politikacının sözlü veya sözsüz onayı ile savaş ve insanlık suçları işlenmeye devam etti. Bu suçlar büyük oranda Çeçenya’nın neredeyse bütün kent ve kasabalarında –ki birçok bölgeye sayısız saldırılarda bulunuldu- politik ve askeri liderlerin emirleri doğrultusunda Rus askerleri tarafından yürütülen ve zachistki olarak bilinen etnik ‘temizleme’ olarak adlandırıldı. Bu etnik temizlik sırasında insanlar darbelere, küçük düşürücü hakaretlere, hırsızlığa, gaspa ve keyfi tutuklama sürecine maruz bırakılırken, bu insanların birçoğu ortadan kayboldu veya ölü bedenleri insanlık dışı bir işkencenin sonucu olarak bu kişilerin akrabaları tarafından bulundu. Pek çok durumda, işkence ve dayak sonucunda ölüme mahkum edilen bu bedenler ölenlerin akrabaları tarafınca Rus askerlerinden teslim alındı. Zachistki sırasında çok sayıda suçsuz insan ateş edilerek veya kendi evlerinde yakılarak acımasızca öldürüldü. Tüm bu suçları onaylayacak ve aleyhte tanıklık edecek çok sayıda tanık bulunmaktadır. Rus askerleri tarafından sivillere yönelik olarak işlenen suçların birçoğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından değerlendirmeye alınarak onaylandı. Bu mektubu yazma amacım, zulüm ve barbarlığın yüzyılın suçu olarak tanımlanabileceği denli büyük olduğu, Çeçenya’da gerçekleştirilen yüzlerce kanlı ‘temizleme operasyonlarından’ yalnızca ikisine dikkatinizi çekmek istememdir:
— 7-8 Nisan 1995 tarihinde, Rus askerleri tarafından Samashki kasabasında bir ‘temizleme operasyonu’ gerçekleştirildi. Pek çok tanığın vermiş olduğu ifadeler öyle gösteriyor ki, federal askeri güçlerin personeli , hiçbir neden olmaksızın sivillere saldırdı, evleri yaktı, mal ve mülkleri bertaraf etti ve kasaba halkına karşı yasadışı eylemlerde bulundu. Sarhoş veya herhangi bir uyuşturucunun etkisi altında, sivillere yönelik yangınlar çıkarırken kasaba halkının –çoğu kadın, yaşlı adam ve çocuktan oluşuyordu- saklanarak kendini korumaya çalıştığı kilerlere el bombası attılar. Bu saldırılarda alev püskürtme makinesi ve termal bombalar kullanıldı. Kadın, yaşlı erkek ve çocuk dahil olmak üzere çok sayıda insan öldürüldü ve yaralandı. Tüm bunlar karşısında hiçbir cezai soruşturma yürütülmediği gibi, 150 kişi keyfi olarak tutuklandı; birçoğunun ise kaderi henüz bilinmemektedir. 370’in üzerinde ev yakıldı.
— 5 Şubat 2000 tarihinde, Novye Aldy kasabasında Rus askerlerinden oluşan iki müfreze sözde ‘temizleme operasyonu’ gerçekleştirdi. St Petersburg’un OMON bölgesinde İçişleri Bakanlığından gelen bir birlik aynı operasyonu kasabanın kuzey bölgelerinde de sürdürdü ve tıpkı daha önceleri olduğu gibi insanlık dışı davranışlar sergileyerek komutanlarından herkesi öldürme emri aldıklarını aleni bir şekilde dile getirdi. Askerler, bölge halkından para ve değerli eşyalarını zor kullanarak aldılar. Elinde yeteri kadar değerli eşyası olmayan veya hiç olmayanlar hemen o anda öldürüldüler. İnsan hakları organizasyonları ırza tecavüz ve aynı zamanda insanlar içerisindeyken yanan evlere dair kanıtları bir araya getirmekteler. Öldürülenler arasında şu isimler de yer alıyordu: Henüz hayattayken kellesi Rus askerleri tarafından uçurulan Sultan Temirov; 70 yaşındaki bir Rus kadın Elena Kuznetsova; 60 ve 76 yaş aralığında 11 yetişkin adam; henüz 1 yaşında olan Khasan Estamirov; ve 9 aylık hamile olan Toita Estamirova. Bu ‘temizleme operasyonları’ sırasında 5 üyesini kaybeden Estamirov ailesi, şimdilerde ABD’de mülteci sıfatıyla yaşamlarını sürdürmekteler; Strasbourg’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava talebinde bulundular ve 12 Aralık 2006 tarihinde sunulan bildirime göre bu aileden 5 kişi Rus yetkililerince öldürüldü. Yaşanan bu olayda, yaşam ve yasal savunma haklarını garanti altına alan Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi’nin 2 ve 13 no’lu maddeleri ihlal edilmiş oldu. Mahkeme, Rusya’ya hiçbir dayanak olmaksızın öldürülen anne babanın 10 yaşındaki oğlu Khusein Estamirov için 70,000 olmak üzere Estamirov ailesine 220,000 avro değerinde bir tazminat bedeli çıkardı. Ancak zamanında nasıl olduysa hayatta kalmayı başarmış olan bu aile fertleri ne tür duruşmalara maruz kaldı dersiniz? Şayet bu türden korkunç emirleri verebilen ve bütün bu ‘temizleme operasyonlarını’ o veya bu şekilde sürdüren devlet memurları ve katiller hiç ceza almazlarken, 5 insanın ölümü için 220,000 avroluk bir para ödülü vermek adalet midir?
Öte yandan, kaçırma, yasadışı uygulamalar ve diğer suç unsurları ile birlikte bugün bile Çeçenya’da sürdürülmekte olan ‘temizleme operasyonlarında’, yalnızca çok az sayıda insan ‘adalet’ kavramını güvence altına almaktadır. Zira, Çeçenlerin Avrupa Mahkemesi’ne gitmelerini önleyen pek çok engel mevcuttur. Son zamanlarda bu durumun bir örneği daha yaşandı ve Avrupa Mahkemesi ile birlikte Rusya’ya karşı bir dava açmış olan Umar Israilov 13 Ocak 2009 tarihinde Avusturya’da öldürüldü.
8 Ağustos 1945 tarihli Nuremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi’nin Beyannamesinde yer alan 6 no’lu maddede savaş ve insanlık suçlarının cezalandırılması gerektiği yazmakta ve bu önlem gerek 11 Aralık 1946 tarihli ve 95 (I) no’lu BM Genel Kurul Kararı ile 13 Şubat 1946 tarihli ve 3 (I) no’lu BM Genel Kurul Kararı, gerekse 12 Ağustos 1949 tarihli savaş kurbanlarını korumaya yönelik hazırlanan Lahey Konvansiyonunca onaylanmaktadır. Rusya tarafından işlenen suçlar arasında aile ve azınlıklara karşı işlenen suçlar, mülkiyete karşı haince ve para hırsıyla işlenen suçlar, adalete karşı işlenen suçlar, ekolojik güvenliğe karşı işlenen suçlar ve yaşam ve sağlığa karşı işlenen suçların sonucu olarak ruhsal bozukluğa neden olma gibi suçlar yer almaktadır.
Bu mektupta dile getirilmekte olan suçlar yıllardan beri Rusya’nın Çeçenya’da işlemiş ve hala işlemekte olduğu suçların yalnızca çok az bir kısmı olup, bu suçların tamamı elde edilmesi imkansız, güvenilir bilgiler olarak dış dünyaya kapatılmıştır. Ancak bu mektupta örnek olarak dile getirmiş olduğum suçların bir kısmı dahi, Rusya’nın Çeçen halkına yönelik sürdürmekte olduğu saldırı, soykırım, savaş ve insanlık suçlarının yasal düzlemde ele alınmasını sağlayacak niteliktedir.
Bölüm 2 – Uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmediğini doğrulayan gerçekler
Madde 1 – Çeçen Problemi ile İlgili olarak BM Üye Devletlerin, AB Devletlerinin ve Avrupa Konseyi’ne Üye Devletlerin Yerine Getirmedikleri Uluslararası Yükümlülükler
1. – BM Sözleşmesi’nin 1. Bölümünde dile getirilen hedef ve ilkeler tam anlamıyla ifşa edilmemektedir; özellikle 1 no’lu maddenin 1. fıkrası ,organizasyonun temel hedefi olarak görülmekte olup, üye devletlerden yapmaları beklenenler şu şekildedir: ‘Uluslararası barış ve güvenliği korumak, ve görevi yerine getirmek: barışı tehdit edici unsurların önlenmesi ve ortadan kaldırılması, ve barış kurallarının ihlali ve çiğnenmesi durumunun ortadan kaldırılması için gerekli önlemleri almak, ve barışı ortadan kaldırmaya yönelik uluslararası uyuşmazlık durumlarının giderilmesi için uluslararası hukuk kuralları ve adalet ilkeleriyle uyum içerisinde olarak barışı sürekli kılmak’.
2. – BM Sözleşmesi’nde yer alan hedef ve ilkelerin tam anlamıyla yerine getirilmemesi üye devletlerin 1994 ve 1999 yıllarında Rusya’nın Çeçenya’ya yönelik gerçekleştirdiği saldırıları görmezden gelmesine neden oluyor. 14 Aralık 1974 tarihli ve 3314 (XXIX) no’lu BM Genel Kurul Kararı (Fiili Saldırının Tanımı) ise bilerek ve isteyerek görmezden gelinmektedir.
3. – Rusya’nın Çeçen halkına yönelik tarihte görülmemiş bir vahşeti gerçekleştirdiği sırada, 28 Şubat 1996 tarihinde Avrupa Konseyi Rusya’nın üyeliğini onayladı. Dahası, Rusya’nın askeri ve politik yetkilileri hukuk kurallarını bilerek ve isteyerek görmezden geldi, insan haklarını büyük ölçüde ihlal etti. Tüm bunlar Avrupa Konseyi Kanunu’nun 3 no’lu maddesiyle hiçbir şekilde uyuşmamakta olup, bu madde şu şekilde yer almaktadır: ‘Avrupa Konseyi’nin her üyesi kendi insan hakları ve temel özgürlükleri yargılama yetkisi doğrultusunda belirtilen hüküm ve kanunlara uymayı Kabul edecek ve Bölüm I’de belirtildiği şekliyle Konseyin hedefi doğrultusunda dürüstçe ve etkili bir biçimde işbirliği halinde olacaktır.’ Rusya’nın üyeliğini kabul ederken Avrupa Konseyi, kendi Kanununun 3 no’lu maddesini ihlal etmiştir.
4. – 12 Ağustos 1949 tarihli Savaş Sırasında Sivillerin Korunması ile ilgili olarak düzenlenen Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’nda belirtilen yükümlülükler ihlal edildi. Özellikle;
а) ‘Sözleşmeyi İmzalayan Taraflar her koşul dahilinde var olan Konvansiyona riayet edecektir,’ diye belirtilen Konvansiyonun 1 no’lu maddesinin I. fıkrası.
(b) 11, 14, 15, 17, 36, 108, 109, 132 ve 133 no’lu maddelerde belirtilen vaatler tam anlamıyla yerine getirilmemektedir; diğer yandan Konvansiyonun ‘Sözleşmeyi imzalayan Taraflar Konvansiyonun herhangi bir maddesinin ihlali durumunda suçlu görülen kişi veya kişilere cezai yaptırımları uygulayacak gerekli yasayı düzenleyecektir,’ diyen 4 no’lu kısmındaki 146 no’lu maddesi de ihlal edilmektedir.
– 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonu Ek Protokolü’nde ve 8 Haziran 1977 tarihli Uluslararası Silahlı Çatışma Mağdurlarını Koruma (Protokol I) ile ilgili olan talimatlar tam anlamıyla yerine getirilmemekte olup; özellikle Protokol’ün ‘Sözleşmeyi imzalayan Tarafların ve Uyuşmazlık yaşayan Tarafların Konvansiyonlar ve işbu Protokol kapsamında yükümlülüklerini yerine getirmek için gerekli tüm önlemleri geciktirmeden almaları gerekmektedir’ diye belirten 80 no’lu maddesinin ihlali yaşanmaktadır.
5. – 4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerini Korumaya yönelik hazırlanan Avrupa Konvansiyonu’nun 1 no’lu maddesinde yer alan hükümler yerine getirilmemekte olup, bu madde şöyle söylemektedir: ‘Sözleşmeyi imzalayan Taraflar işbu Konvansiyonun I. kısmında tanımlanan hak ve özgürlükleri kendi yasama yetkisi dahilinde koruma altına alacaktır’.
6. – 14 Mayıs 1954 tarihinde düzenlenen Silahlı Çatışma Durumunda Kültürel Varlığın Korunmasına yönelik düzenlenen Lahey Konvansiyonunda belirtilen yükümlülükler yerine getirilmemektedir.
7. – 20 Kasım 1959 tarihli Çocuk Hakları Beyannamesi’nde dile getirilen yükümlülükler yerine getirilmemektedir.
8. – 16 Kasım 1972 tarihinde Kültürel ve Doğal Mirasın Ulusal Düzeyde Korunmasına yönelik alınan UN Tavsiye Kararı’nın 3 no’lu maddesinde belirtilen genel ilkeler tam anlamıyla yerine getirilmemekte olup; 18 Mayıs 1977 tarihinde Çevresel Modifikasyon Tekniklerinin Askeri veya Herhangi Kötücül Bir Sebeple Kullanılmasının Sınırlandırılmasına yönelik BM Konvansiyonu’nun 1 no’lu maddesinin 2. bendi de ihlal edilmektedir.
9. – Yaralayıcı veya Gelişigüzel Etkiye Sahip Belli Konvansiyonel Silahların Kullanım İlkeleri veya Sınırlamaları üzerine düzenlenen Konvansiyonda yer alan yükümlülükler BM üye devletleri tarafından tam anlamıyla yerine getirilmemekte olup; Madenlerin, Bubi Tuzaklarının ve Diğer Cihazların Kullanım Sınırlandırmaları ve Yasakları üzerine düzenlenen İkinci Protokol’ün ve Yakıcı Silahların Kullanım Sınırlandırmaları ve Yasakları üzerine düzenlenen Üçüncü Protokol’ün ihlal edilmektedir.
10. – 10 Aralık 1984 tarihinde İşkence ve Diğer Acımasız, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranış ya da Cezalara yönelik hazırlanan Konvansiyon’da yer alan ve 39/46 no’lu BM Genel Kurul Kararı ile onay gören yükümlülükler BM üye devletler tarafından tam anlamıyla yerine getirilmemektedir.
11. – 26 Kasım 1987 tarihinde düzenlenmiş olan İşkence ve Diğer Acımasız, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranış ya da Cezalara yönelik hazırlanan Avrupa Konvansiyonu’nun 1 no’lu maddeyle uyum içerisinde olan ve Avrupa Konseyi tarafından oluşturulan İşkence ve Diğer Acımasız, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranış ya da Cezaların Önlenmesi için bir araya gelen Avrupa Komitesi ise uluslararası yükümlülüklerini tam anlamıyla yerine getirmemektedir. Adam kaçırma, işkence veya Çeçenya vatandaşlarının yasadışı yöntemlerle cezalandırılması ile ilgili olarak öne çıkan sorular ele alınırken kendisinden beklenen duruşu göstermemektedir. Bütün bu suçlar yoğun bir Alana yayılmayı sürdürmekte ve bugün bile devam etmektedir.
Madde 2 – Çeçen Halkının Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı
1. – ‘Rusya’nın iç meselelerine’ ‘karışmama’ bahanesine sığınan BM üye devletlerinin hiçbiri Çeçen halkının kendi kaderini tayin etme hakkı olduğu gerçeğini fark etmemektedir. Ancak bu hak ve özgürlük; 1514 BM Genel Kurul Kararınca düzenlenen ve Sömürge Ülkelerin ve İnsanların Bağımsızlığını Sağlamak üzere hazırlanan 14 Aralık 1960 tarihli Deklarasyon’da da belirtildiği üzere uluslararası hukukun temel ilkelerinden yalnızca biridir. Deklarasyon’un 4 no’lu maddesi şöyle der: ‘Bağımsızlığını elde etmemiş insanlara karşı düzenlenen her türlü silahlı eylem hareketi veya türlü baskılar sona erdirilecek, böylelikle halkların bağımsızlıklarını barış içerisinde ve özgürce elde etmesi sağlanarak kendi ulusal alanlarına sahip çıkıyor oluşları saygıyla karşılanacaktır.’ Bu ilkeler diğer BM bildirim ve deklarasyonlarıyla da onaylanmakta olup; şu şekilde ele alınabilirler:
– 16 Aralık 1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Sivil ve Politika Haklar Uluslararası Sözleşmesi; adı geçen ikinci sözleşmenin 1 no’lu maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir: ‘Tüm insanlar kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptirler. Sahip oldukları bu hak ile politika statülerine özgürce karar verebilir ve ekonomik, sosyal, kültürel gelişimlerini özgürce tamamlayabilirler.’ 1 no’lu maddenin 3. fıkrasında ise şöyle bir söylem yer almaktadır: ‘İşbu Sözleşmeyi kabul eden Taraf Devletler… kendi kaderini tayin etme hakkını sonuna kadar savunacak, ve Birleşmiş Milletler Kanununun ilkeleriyle uyum içerisinde olacak şekilde bu hakka saygı göstereceklerdir.’
– 24 Ekim 1970 tarihli Uluslararası Hukuk İlkeleri Deklarasyonu ise şöyle bir kararı ortaya koyar: ‘Birleşmiş Milletler Kanunları kapsamında bir araya gelen insanlar kendi kaderlerini tayin edebilecekleri gibi eşit haklara da sahiptirler; tüm insanların herhangi bir dış gücün etkisi altında kalmaksızın kendi politika statüsünü belirleme ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimini özgürce tamamlama hakkı vardır; ve her bir Devlet, düzenlenmiş olan Kanunun ilkeleriyle uyum içerisinde olacak şekilde bu hakka saygı göstermek durumundadır.’ Aynı Deklarasyon’un devamında ise şöyle söylenir: ‘Mutlak bağımsızlığa sahip bir devletin kurulması veya herhangi bir politik statü kazanması sırasında, bu devletlerin kendi halklarına kaderlerini tayin etme hakkını vermesi gerekmektedir.’
Benzer ilkeler 1975 yılında Helsinki’de düzenlenen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Nihai Senedi; 1986 tarihli Viyana Toplantısı Sonuç Belgesi; 1990 tarihli CSCE İnsan Hakları Kopenhag Görüşmesi ve diğer uluslararası hukuk belgelerinde de dile getirilmektedir.
BM’ye üye devletlerdeki politikacıların ve uluslararası kuruluşlarda görev alan temsilcilerin yasal nihilizmini açıklamak neredeyse imkansızdır. Az önce sözü edilen ve ulusal hak ve özgürlüğün yanı sıra bölgesel bütünlük ilkelerini öne süren uluslararası hukuk normları, deklarasyonlar ve sözleşmelerde de gerekli görülüyor olmasına rağmen, Çeçen halkının kendi kaderini tayin etme hakkı dünya üzerindeki tüm devletlerce bilerek ve isteyerek görmezden gelinmektedir. Aslında, bölgesel bütünlük ilkesi tam anlamıyla bir devletin kendini dış baskılara karşı korumak istemesidir. BM Kanunu’nun 2 no’lu maddesinin 4. fıkrasında ise bu durum açık ve net bir şekilde ortaya konmaktadır, şöyle ki: ‘Tüm Üye Devletler kendi uluslararası ilişkileri çerçevesinde hiçbir devletin bölgesel bütünlüğüne veya politika bağımsızlığına karşı tehdit unsuru oluşturmayacak, bunu yapmaktan imtina edecek veya güç kullanmayacak; hatta ve hatta Birleşmiş Milletlerin Hedefleri’ne aykırı düşecek bir girişimde bulunmayacaktır.’ Aynı şekilde, Uluslararası Hukuk İlkeleri Deklarasyonu’nda ele alınanlar şu şekildedir: ‘Her Devlet bir başka Devlet veya ülkenin ulusal birlik ve bölgesel bütünlüğünü tamamen veya kısmen bozacak bir eylem girişiminden imtina edecektir.’
2. – Rusya’nın Çeçen halkına göstermiş olduğu hain tavırların Çeçen halkının bağımsızlığını ilan etmesinden sonra gerçekleştiği düşünüldüğünde, Çeçen halkının kendi kaderini tayin etme hakkının yukarıda bahsi geçen ilkelerin de ötesinde olup olmadığı sorusu –ki cevabı yine yukarıda verilmiştir- akıllarda yer etmektedir. Çeçen halkının kendi kaderlerini tayin etme hakkını vurgularken Rusya tarafındaki tüm kuşku ve manipülasyonları ortadan kaldırmak adına, bir soruyu daha cevaplamakta fayda vardır: Uluslararası hukuk kapsamında verilen tanıma göre, Çeçen halkı insan sıfatını taşımakta mıdır, eğer taşıyorsa Rusya tarafından sömürge altına alınan insanlardan mı oluşmaktadır? Çeçenler, Kuzey Kafkasya’nın yerli halkıdır. Şöyle ki; tarih boyunca ortak bir geçmiş, dil ve kültürel özellikler altında bir araya gelmiş, kendi bölgelerine ve belli etnik niteliklere sahip olan, aynı zamanda uzun bir tarihi var oluşa örnek gösterilebilen bir topluluktur. 1785-1864 Kafkasya Savaşları ve 1994 ve 1999 askeri saldırıların bir sonucu olarak, Çeçen halkı Rusya tarafından sömürge altına alınmıştır.
Daha önce üzerinde durulan iki sorunun cevabı Rus politika ve askeri yetkililerince öne sürülen her türlü manipülasyonun önüne geçmekte olup, en az aynı öneme sahip olan başka soruları akıllara getirmektedir: Çeçen halkı kendisini Rusya tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırılar karşısında savunma hakkına sahip midir? Bu durumda, Çeçen halkının özgürlüğü için ayrımcılık, terörizm veya toplu mücadele mi, hangi terminoloji daha uygun düşmektedir? Rusya’nın Çeçen halkına karşı yürütmekte olduğu istilalar, işlemekte olduğu soykırım, savaş ve insanlık suçları ‘Rusya’nın kendi iç meseleleri’ midir? Ancak bilinmelidir ki bu sorular hiçbir şekilde dikkate alınmamış ve Rusya bu durumdan yararlanarak elde ettiği fırsatları sonuna kadar değerlendirmiştir. Çeçen halkı ise; kendisini bir avuç güçlü BM üyesi devletin ‘şebeke savaşlarının’ tam ortasında bulmuştur; tüm bu yaşananlar ise gelecek için şimdiden belirmekte olan büyük tehlikelerin farkına varılmak yerine, Çeçen halkına karşı işlenen suçların unutulma çabasını açıklamaktadır.
Rusya’nın baskısı altında BM ve Avrupa Konseyi, Çeçenya’nın toparlanmakta olduğunu ve Grozny’nin yeniden yapılandırıldığını –katledilen veya canlı canlı gömülen insanların kemikleri üzerine yeniden kurulan bir kent- öne sürerek Çeçen problemini daha fazla ele almak istememektedir. Rusya’nın ihlal etmekte olduğu hukuk kurallarını yeniden gündeme getirerek uluslararası aracı konumunda yeni bir barış anlaşmasının imzalanması gerekliliği görmezden gelinirken, nasıl bir yenilenmeden söz edilebilir? Oysa 12 Mayıs 1997 tarihinde Rusya Federasyonu ve Çeçen Cumhuriyeti arasında Uluslararası İlişkiler İlkeleri çerçevesinde Barış Anlaşması imzalanmıştı. Tüm Çeçen halkını öldürmeye yönelik bir başka harekatın olmayacağını kim garanti edebilir? Amirleri tarafından verilen her türlü suç işleme emrini gerçekleştirmeye hazır bulunan Kremlin ve savunucularının gelecekteki eylemleri hakkında kim tahmin yürütebilir? Çeçen halkının kanlarından elde ettikleri refah ve güçle birlikte suçlular bu insanlık dışı eylemlerinin farkına varmaktalar da bu yüzden mi çalmış oldukları onca mal ve mülkü yakıp yıktıkları kent ve kasabaları yenilemek için gönül rızasıyla kullanıyorlar? Vatanını saldırganlara karşı savunduğu ve bu uğurda çaba sarf ettiği için terörizme dahil olduğu veya katkıda bulunduğu suçuyla Rusya’nın hapishanelerine yerleştirilen insanlar için de dirliğin yaşanmakta olduğunu kim iddia edebilir? Bir yanda fikirlerini herhangi bir gerçeğe veya yasal bir kanıta dayandırmaksızın ifade eden ve sonrasında ailelerinin yanına giderek huzur içerisinde uykuya dalan insanlar dururken, diğer yanda işkence ve aşağılamalara maruz bırakılan insanların kaderlerinin ne olacağını kim söyleyebilir? Kanıttan yoksun bu tür fikirler yaralanmış veya ağır hasta olan insanların, akrabalarını, sevdiklerini, arkadaşlarını ve geçimlerini kaybeden insanların çektiği o çok ağır acıları gerçekten dindirebilir mi? Son olarak, bugün bile siviller saldırıya, işkenceye ve ölüme maruz kalıyorken ve insanlar yaşamlarını korku içerisinde sürdürüyorken tüm bunlara yeniden yapılanma diyebilir miyiz?
Adalet olmayan yapılanma da olmaz. Suçlular cezalarını hala çekmezken ve adam öldürmek için yeni fırsatlar kollarken, hiç kimse –Avrupa’da bile- güven içerisinde uyuyamaz veya arkadaşlarının, sevdiklerinin, çocuklarının ve torunlarının geleceğinden emin olamaz. Alınan güvenilir bir bilgiye göre, Çeçenya’da süregelmekte olan kriminal rejimin yasadışı ölümlerle politik anlamda imha edilen insanların uzun bir listesi bulunmaktadır. Yalnızca Avrupa’da yaşamakta olan ve bu listede adı bulunan yüzlerce insan vardır –üstelik Strasbourg polisinin söylediğine göre, ben de bu listede yer almaktayım. Avrupa’da yaşayanlar dahil olmak üzere listedeki pek çok insanın çoktan öldürülmüş olmaları bu ölümleri gerçekleştirenlerin kendilerini cezalar karşısında dokunulmaz görüyor olduklarını açıklamaktadır. Dahası, BM üye devletlerin hiçbiri Çeçenya’da insan haklarının ihlal ediliyor oluşu gerçeği karşısında Rusya’yı uluslararası mahkemeye davet etmedi. Ancak, BM Kanunu’nun 93 no’lu maddesinin 1. fıkrası şöyle söylemektedir: ‘Birleşmiş Milletlere üye bütün devletler yalnız bu nedenle Uluslararası Hukuk Mahkemesi Kanununa tabidirler, ve buna karşın Rusya, Uluslararası Suç Mahkemesinin Roma Kanunu’nu onaylamamasına rağmen Rus politika ve askeri yetkilileri tarafından işlenen suçlar yine de Roma Kanunu’nun yargı alanına girmektedir.
Avrupa Konseyi Parlamento Kurulu, Avrupa Konseyi’ne üye devletlere Çeçenya’da insan haklarının ihlaline karşılık ECHR’de Rusya’ya karşı bir dava açma önerisinde bulunan pek çok Kararname çıkarmakta olmasına rağmen, bu devletlerde görev alan hiçbir lider veya devlet başkanı bunu yapma cesaretini veya gücünü kendine bulamamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı, eğer ki dünyaya sesini duyurabilen bir devlet başkanı hiçbir çifte standart uygulanmaksızın insan hak ve özgürlüklerini savunmak ve barışı sürekli kılmak için gerekli ilkeleri ele almak için gerçekten çaba sarf ederse, Çeçen halkına yönelik tarihi bir adalet gerçekleştirilecektir. Devlet başkanlarından biri bu cesareti göstermeli ve bu yönde kararlı bir adım atmalıdır; böylelikle Çeçenya’da masum insanların kan ve gözyaşları daha fazla akmaz ve dünya şahsi masuniyete sığınmak durumunda kalmaz. İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya yönelik Avrupa Konvansiyonu’nun II. Kısmında yer alan 33 no’lu madde söylemektedir ki; ‘’Sözleşmeyi imzalayan Taraflardan biri, bir başka Taraf’ın Konvansiyon ilkelerini ihlal etmesi durumunda Avrupa Mahkemesi’ne başvurabilir.’ Bu madde Çeçenya’da insan haklarının ihlal edilişi karşısında Rusya’ya yönelik bir dava açma hakkını diğer devletlere sunmakla kalmıyor, fakat aynı zamanda bu türden bir dava açılımını Avrupa Konseyi üye devletlerinin uymak durumunda olduğu bir yükümlülük olarak da gösteriyor. Hiç şüphe yok ki, insan haklarının farkında olan diğer ülkelerin katılımı olmadan Çeçen problemi hiçbir zaman bir son bulamaz; dünya but tür bir ‘iç meselenin’ geleceğin normu haline gelmekte olduğunu düşünmekten vazgeçtiği zaman, bu olanlar Rusya’nın iç meseleleri olmaktan çıkacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı, yazmakta olduğum bu belgenin yasal bir belge niteliğinde olduğu gerçeğine dikkatinizi çekmek isterim. İçermekte olduğu yasal normlar ve gerçekler temel alındığında bu belge, Çeçen halkına yönelik suçlar işlemekte olan Rus politika yapıcılarını ve askeri yetkililerini suçlamakta, aynı zamanda BM, AB üye devletlerini ve Avrupa Konseyi’ni uluslararası yükümlülüklerini tam anlamıyla yerine getirmemekle itham etmektedir. İşbu mektupta yasal belgelere yönelik verilen tüm referanslar sahip oldukları önem doğrultusunda birbirleriyle ilişki halindedirler; vermiş olduğum referansların tamamı yasal dayanaklarının değerlendirilmesini istediğim içindir. Tarafınıza yazmakta olduğum bu açık mektubun uzun oluşundan ötürü yine affınıza sığınıyorum. Tüm bu yaşananları bir özet halinde vermek benim için zor olacaktı. Bu suçlamaların yer aldığı belge, diğer BM üye devletlerinin başkanlarına ve bakanlıklara da gönderilecektir.
Sayın Cumhurbaşkanı, şayet yukarıda belgelendirmiş olduğum gerçekler tarafınızca dikkate değer bulunmuşsa, uygun bir zamanda sizinle karşılıklı görüşebilmek isterim. Böylelikle bu belge içerisinde Rusya ve BM üye devletlerine yönelik dile getirmiş olduğum suçlamaları destekleyici yasal argümanları tarafınıza kendim ifade etme fırsatı bulabilirim. Diğer yandan, tüm bu bildirimleri ispatlamak adına herhangi bir yasal heyetin önüne çıkmaya hazır olduğumu bildiririm.
Yüksek saygılarımla;
Uluslararası “Barış ve İnsan Hakları” Derneği Başkanı
Çeçenya İletişim Eski Bakanı
Said-Emin Ibragimov
10.05.2009
Strasbourg
Comments
No comment