Molidkhan Çenışkhe
Kendisine saygısı olan toplumlar ölülerine de saygı gösterirler. Hatta düşmanlarının cesetlerini bile orada bırakmazlar. Ölüye gösterilen saygı, tüm dünya kültürlerinin ortak özelliklerinden biridir. Çocukluğumuzdan beri bize öğretilen bu konuyu açmanın gereği olmadığını sanırdım. Ama kendi gözlerimle gördüğüm bazı olaylar bu inancımı kaybettirdi. Ne olacak, ölmüş insanların nasılsa ayağa kalkacak halleri yok. Bu insanların kimliğini bile bilmiyorsan, insanlıktan da nasibin yoksa, bu ölüler ve mezarlar için neden üzülesin ki? Hele tarihi ve komşu olarak yaşadığın bu insanların tarih boyu çektiklerini bilmiyor, üstelik öğrenmek de istemiyorsan bunlardan sana ne?
Fazla uzatmadan konuya girelim. Mıyekuape Rayonunda, Kurcıps ırmağının sağ kıyısında “Krasnıy most” dedikleri yerde bir taşocağı var. Irmaklarımızın kıyılarında taş ocağından çok bir şey yok zaten. İşte Labe ırmağının kıyılarını da alt üstü ettiler gitti. Ancak, bahsettiğimiz taşocağını benzerlerinden ayıran özellik, evet buradan çıkarılan taşlar arasında ölü insanların kemiklerinin de bulunmasıdır. Evet, yanlış anlamadınız, gerçek insan kemikleri bunlar.
Oldu olacak bu taş ocağının öyküsünü de size anlatıvereyim: 1988 yılında, İp ve Halat Fabrikası’nın çalışanlarına evler yapmak üzere bir yer belirlediler. Buras Adige Devlet Öğretmen Enstitüsünün biyoloji istasyonu civarındadır. Parti Ülke Komitesi çalışanlarının daçaları da buraya yakındır.
Fabrika çalışanları için bu yer belirlenince buradaki orman da kesildi. 1990 yılının Mayıs ayında yolunun yapımına başlandı. Bu nedenle oraya giden yol üzerindeki bir tepe de yarım metre kazılarak aşağı indirildi ve çıkan toprak bahçelere döküldü. Bunun altıdan çıkan güzel taşları satmaya başladılar. Buldozerler insan iskeletleri çıkarmaya başladı. Bunlar iki üç metre arayla ve ayakları doğuya dönük olarak gömülmüşlerdi. Aralarında çocuk iskeletlerinin de bulunduğu söyleniyor. Bir gün mü, birkaç saat mi işler durdurulurdu. Bu arada daçaları yapanlar arasında bu kemikleri kırarak inceleyenler de oldu. Sonunda buldozerler yeniden çalışmaya başladılar. İnsan kemiklerni iki yana dağıtarak, yolun kıyısı boyunca iki tepecik haline getirdiler. Aslında burası tam bir mezarlıktı. Sonradan buradan taş almaya ve daçalara giden yolu bu taşlarla kaplamaya başladılar. Anlatıldığına göre buradan çıkarılan taşlar, Mıyekuape’de bulunan bir fabrikaya ve daha başka kişilere de satılmış. O kadar insandan hiç biri düşünmemiş, ürpermemiş.
Buraya tesadüfen yolu düşen Adige ressam Aleskır Ramazan durumu fark ederek oradakilerle tartışmış. Birkaç gün sonra ben de gittim. Duyduğum iç acısı ve üzüntüyü anlatamam. Buldozerlerin dört yana dağıttığı insan kemiklerine istemeden basıp, fark edince irkilerek, nereye basacağını bilemeyerek, tahrip edilmiş mezarların arasında dolaşmanın insana ne gibi duygular vereceğini düşünebiliyor musunuz? Buldozerin oluşturduğu iki sıra tepenin üzerinde insan kemikleri var. Üzerlerine yağmur ve kar yağıyor. Bu tepeciklerin arasında açılan yolda ağır iş makineleri gidip geliyor. Mezarlığın hemen otuz metre ilerisinde binalar kuruluyor.bu üzerinde durduğumuz yerler Abzahe Çerkeslerinin eski toprakları. Arkeologlar, ressamlar, tarihçiler hukukçular var yanımızda. Uzmanların söylediğine göre bu kemikler yüz yıldan dana eski imişler. Benim annem biz Abzehe kadınıydı. Şu an annemin dedesinin kemikleri üzerinde yürümediğimi nereden bilebilirim? Gözlerim yaşarıyor ve tepenin üzerinden zorlukla iniyorum. İster Çerkes ister Rus olsunlar, yanımdaki kişiler da hepsi aynı durumdalar.
Kültür düzeyimiz hakkında çok şey söylenebilir. Ama böyle olmayacak durumlar hakkında kimi kime şikayet edebiliriz ki ? Bunlarla hukukun uğraşması gerek ve bunun için de henüz bir şey söylememiz mümkün değil. Ama bu gibi olaylarla insanlığımızdan bir şeyler kaybettiğimizi, birçok konuda duyarlılığımızın noksan olduğunu hemen söyleyebiliriz.
Böyle bir mezarlığın tarihi anıt olarak korunması gerekirdi. Bu konuda RFSSC Yüksek Sovyeti’nin 1982 yılındaki IX uncu toplantısından alınmış bir karar da var. Bu kararın 35. Maddesi tarihi ve kültürel özellik taşıyan yerlerde kazı ve benzeri işler yapılmasını yasaklıyor. Ancak böyle yerlerin önceden belirlenmesi de gerekmez mi? Oralarda halen yaşayan kişiler tarih bilmiyorlar. Biz Adigeler bile tarihimizi yeterince bilmezken başka milletten insanları bu konuda nasıl suçlayabiliriz.Onlara ne öğrettik ki?
Sonuç olarak, tahrip edilmiş mezarlarımızdan çıkan kırılmış kemikler çocukların ayaklarına takılarak toprağın üstünde duruyorlar. Kimi suçlamamız, kime kızmamız gerek? Tarihi ve kültürel varlıkları belirtecek ve koruyacak bir organizasyon mevcut değil. Gerçi VOOPİK denilen bir organizasyon var ama o bit sosyal örgüt ve yaptırım gücü yok. Kültürle ilgili alış örgütlerin de bu işe tahsis edecek adamları yokmuş. Sonuç olarak zaman geçip gidiyor.
Ölülerimizin kemikleri toprağın üzerinde parçalanmış ve dağılmış yatıyorlar. Ben bu kemikleri bu şekilde kırmaya ve ezmeye alıştırdığımız çocukların yarın bizlere de aynı şeyi yapmayacaklarına inanamıyorum.
Bu konu şimdilik halledilmiş değil. Ancak işin uzmanları yavan yavaş konuya eğilmeye başlıyorlar.
Konuyu bitirirken: Mıyekuape rayonunda Novosbobodni Stanitsa’sı yakınında bir yol yapılıyor. Bu yol güzergahında da benzeri tarihsel özellik taşıyan yerler var. Ama bu konuda henüz karar çıkmadı. Ülke İspolkomu’nun kültürle ilgili bölümünü yönetenler, bu işle kimleri görevlendireceklerine henüz karar vermemişler. Ülke yöneticileri de konuyla ilgilenmiyorlar. Öyle sanıyorum ki artık korunacak hiç bir şeyimiz kalmadığında bu konuda bir karar vereceklerdir.
“Adige Maq”, 30.03.1991
(Çeviri: Seney Yek’uaş)
Kafkasya Gerçeği dergisi, 5 temmuz 1991
Comments
No comment