1941 yılı, Moskova önlerine kadar başarıyla gelmiş olan Alman Ordusunun, Sovyet direnişi karşısında tutunamayarak, Berlin’in işgaline kadar gidecek bir güç kaybı dönemine girdiği tarihtir. Stalin’in, adıyla anılan şehrin savunmasıyla yaşanan kırılma, zamanla hegemonyasını iyice oturtmasına imkân sağlamıştır. Savaş dönemi ve sonrasında, pek çok acımasız kararın alınmasında en önemli faktör Stalin’in, Cumhuriyetler Birliği olan bir ülkenin bile diktatörü olabilmesiydi.
Savaş sonrası dönemde Sovyetler Birliği’ni savunmak adına binlerce evladını yitiren, büyük fedakârlıklara katlanmak zorunda kalan halklar, daha yaralarını saramamıştı. Bu büyük travmanın etkisi hala ve neredeyse tüm şiddetiyle devam ediyordu. Çünkü erkek nüfusunun çoğunluğunun ordudaki görevi sürüyordu.
Milyonlarca kişinin ölümünü “istatistik”ten ibaret gören anlayışıyla Stalin ve yönetimi, halkların bu güçsüzlüğünden de yararlanarak sürgün ve soykırımlar döneminin başlattılar. 1943-44 dönemi; göğsü savaş madalyalarıyla dolu halkların “vatana ihanet”le suçlanmak suretiyle adeta infaz edildiği yıllardır. Sürgün kararlarının bu suçlama ve operasyonların çok öncesinde alındığının ortaya çıkması, ne kadar vahşi bir politika güdüldüğünü gözler önüne sermektedir.
2 Kasım 1943te Karaçayların, 23 Şubat1944’te Çeçen-İnguş’ların ve 8 Mart 1944te Malkar’ların topyekun sürgüne ve soykırıma tabi tutulması uzun bir operasyonun sürecinin çarpıcı örnekleriydi. Domuz vagonlarıyla tıka basa bir halde başlayan bu insanlık dışı muamele aileleri de param parça hale getirmişti. Yanına hiçbir şey alamayan ve belirsizliğe doğru akan mazlumlar henüz bu durumun sebebini bile anlayamamışlardı.
9 Ocak 1957'de Çeçen-İnguş’ların ve Karaçay-Malkar’ların Orta Asya ve Sibirya’dan geri dönüşleri için karar çıkmıştı. Ancak yüz binlerle ifade edilecek kayıplar veren halklar, hala o dönemin etkilerini üzerlerinde taşımaktadırlar. Günümüze kadar süregelen Oset-İnguş ve Çerkes-Karaçay Malkar toprak sorunları bu sürecin ürünüdür. Bölgeyi istikrarsızlaştırmak amacıyla sürekli kullanılan bu durum hala Rusya’nın “Otoritesine ihtiyaç duyulduğu“algısını oluşturmak adına en önemli kozudur. Ancak konjonktür değişkendir, acılar sabit!
Oysa Haybah’ta insanların yakılarak ve kurşunlanarak katledilmesinin tek nedeninin, o bölgedekileri sürgün etmeyi çok zorlaştıran arazi şartları olması; bu politik geleneğe ne kadar güvenilebileceğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla istikrarın yolu, sürgün coğrafyası Kafkasya’ya varmak için ,önce Kafkasya Halklarının politik dayanışması ve diyalogla ortaya çıkaracağı güçlü bir çözüm iradesinden geçecektir.
Üstelik kültürleri gibi sürgünleri de ortak kaderleri haline gelmiş olan Kafkasya halkları; çoğulcu, demokratik, cesur ve dayanışmacı tavırlarıyla geçmişte bu duruma kayda değer örnekler vermişlerdir. Gelecek, benzer örneklerle yol haritasını çizecek olan Kafkasyalılarındır.
Çünkü sürgün, aynı zamanda filiz demektir.
Acılarımızı ve kayıplarımızı anarken; sürgünlerimizin çınar olacağı günleri selamlıyoruz!
Kafkasya Forumu
Comments
No comment