Tartışmamı geçmişin politikaları arasında milliyetçiliğin gelişimine katkısı olanlar ile sınırlandıracağım, özellikle katkılarının abartılmasının zor olanları ile. Uzak geçmiş ve etnik köken birçok etnik milliyetçi için neden daha çok kayda değer? Onları, orada her şeyin en başında ne olduğunu yorulmak bilmezcesine kurcalamaya iten ne var? Geçmişe ilişkin perspektifler neden ve hangi şartlar altında diğerlerine göre daha ikna edici olabiliyorlar? Yabancı bir toplumun geçmişini kendine mal etmek mümkün müdür? İnsanlar neden özellikle tarihsel devamlılığın kırıldığı durumlarda geçmişe başvurular? Tüm bu konuları tartışırken, Ernest Gellner(2), Eric Habsbawm(3) ve Benedict Anderson’un(4) “inşa edilmiş gelenekler” ve “hayali cemaatler” üzerine tanınmış teorilerinin yanı sıra, modern ulusların ”pre-modern etnik bağların mirası olmaksızın ortaya çıkamayacağını” (hatıralar, mitler, gelenekler, ritüeller, semboller, antikalar, vs)(5) iddia eden, onların yılmaz muhalifi Anthony Smith’in düşüncelerini de test edeceğim. Etnik köken mitinden başlayıp, Anthony Smith’in yaklaşımını(6) temel alarak da, bu konu üzerine odaklanacağım. Bölgenin geçmişini: İsim isim, nasıl ve hangi özel sosyal ve politik şartlar altında, Kuzey Kafkasyalı Türkçe konuşan entelektüellerin etnik köken arayışlarını, Sovyet ve Post-Sovyet dönemlerinde etnik geçmişlerini inşa edişlerini, özellikle sarkaç gibi çok değişken olan merkezi ve de yerel otoritelerin politikalarının etkilerini tartışacağım. Yerli tarihçiler, yoğun siyasi baskı altında, kendi iradelerinden kopuk bir şekilde baskın tarih yazınından hareket ederek yerel geçmişi inşa etmek zorundaydılar. Tabii ki bu emsali olmayan bir durum değil; hem kolonyal hem post-kolonyal durumlarda sıklıkla gözlemlenebilir.
Kuzey Kafkasya, yüksek linguistik ve kültürel çeşitliliği ile tanınıyor. Merkezi ve Kuzey-Batı Kafkasya’da belli başlı birkaç linguistik grup bulunuyor. Adigeler (Adigeyliler, Çerkesler, Kabardeyler) Kuzey Kafkasya’nın batısında yaşıyorlar ve Kuzey Kafkasya’nın güzey doğusunda yaşayan Nah-Dağıstan koluyla birlikte Kuzey Kafkasya dil grubunun yerli bölümünü oluşturuyorlar. Kuzey Kafkasya’nın merkezi bölümünü işgal eden Osetler İran kökenli bir dil konuşuyorlar. Karaçay ve Balkar halkları ise Türkik bir dil konuşuyorlar ve Kuzey-Batı Kafkasya’nın yüksek bölgelerinde yaşıyorlar. Karaçay halkı, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’ndeki baskın yerli nüfusu oluşturuyor ve Ruslar, Çerkesler ve Abazalarla birlikte yaşıyor. Buna karşın Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde Kabardeyler baskınken, Balkarlar azınlık durumunda.
1. POLİTİK OTONOMİ VE YERLİ STATÜSÜ
1921-1924 yılları arasındaki Dağlı Cumhuriyeti’nin çözülüşü, Kuzey Kafkasya haritasında kritik değişiklikleri de beraberinde getirdi.(7) Cumhuriyet yerini pek çok farklı otonomiye bıraktı ve kesin bölgesel sınırların kuruluşu gündeme geldi. Geleneksel olarak, Dağlılar hayvancılıkla meşguldüler ve komşularının sahip oldukları yaylaları mevsimsel olarak kullanıyorlardı. Bu sebeple, orada herhangi bir etnik bölgeyi sınırlandırmak fiili olarak imkânsızdı ve onların “gerçek sınırları” her iki taraf için kalıcı sorun halini almıştı. Ek olarak, etnik temelli yeni otonomiler bölgesel terimlerle tanımlanmak zorunda kaldılar ve “tarihi etnik bölgelerin” kesin konumları hassas bir mesele halini aldı.(8) Hâlbuki önceki dönemlerde toprak sorunları yerel toplulukları ya da bireysel olarak toprak sahiplerini ilgilendiriyordu ve geleneksel yöntemlerle çözüme kavuşturuluyorlardı, etnik temelli idari birimlerin kuruluşu, tüm toprakların Sovyetlerce “uluslaştırılması” bu sorunları baskın bir politik konu haline getirdi: üstesinden gelebilmek için en yüksek mercilere başvurmanız ve daha henüz serpilen resmi mercileri refere etmeniz gereken bir mesele. Bu durum anlaşmazlığı daha da yıkıcı bir hale getirdi ve 1920’lerin başında sınır sorunları yerel anlaşmazlıklardan bir anda insan kayıplarının yaşandığı kanlı etnik çatışmalara dönüşüverdi. Sovyet Yönetimi artan tansiyonu bastırmak için araya girmek zorunda kalmıştı.(9)
Bu sebeple, yeni Kuzey Kafkasya otonomilerini meşrulaştırmak, kültürel ve tarihi perspektiflere referansı gerekli kılan acil bir mesele halini aldı. Halk atalarının mitleri üzerine kurulu bir “tarihi öz-bilinç” geliştirmek zorundaydı. Eğitim ve kamuoyunun aydınlatılması için birçok enstitü yerel tarihi ilerletmek ve geliştirmek adına kuruldu. 1927 yılında, Kuzey Kafkasya Bölgesi Dağlı Araştırma Enstitüsü, o dönem Kuzey Kafkasya’nın ana politik-idari merkezi olan Rostov-on-Don’da kuruldu. Kuzey Kafkasyalı meşhur aktivist Karaçay doğumlu Umar Aliev, enstitünün direktörlüğüne atandı. Kendisi Kuzey Kafkasya konusundaki öncü Sovyet araştırmacılarından birisi oldu. Ona göre, Türkik bir dil konuşan Karaçay ve Balkar Halkı bugünkü yerleşim yerlerine devam eden güzergâhı izleyerek ulaşmıştı. Aliev, merkezi Kuzey Kafkasya vadilerinin Türklerden çok zaman önce, İran dili konuşan Alanlarca işgal edildiğini biliyordu. Alanlar Osetlerin atalarıydılar ve muhteşem Hristiyan kiliselerini de içeren çok zengin bir mimari geleneğe sahiptiler. Yüzyıllar önce Alanlar, Kuzey Kafkasya düzlükleri ve dağ eteklerinin geniş bölgelerini işgal ediyorlardı, fakat daha sonra Türkik dil konuşan göçebeler ve Moğollar tarafından dağlık bölgelere itildiler. Önceden kimi Alan grupları Üst Kuban Nehri Vadisi’nde yaşıyorlardı fakat Aliev’in bakış açısına göre bölge erken Karaçayların bölgeye ulaşımı öncesinde terk edilmişti. Aliev Karaçayların ne zaman ve nereden bölgeye ulaştıklarını bilmiyor; daha ziyade, Karaçayların Kırım’dan hareketleri konusundaki efsanelerine itimat ediyor ve bu olayı 16-17. yüzyıldaki Kırım Tatarlarının akınlarıyla ilişkilendiriyordu.
Aliev, Kabardey, Svan, Kumuk, Ermeni ve diğer bazı etnik grupların da Karaçay halkının oluşumunda rollerinin olabileceğine inanıyordu. Karaçayların karışık bir kökenden gelmelerinden de bir sıkıntı duymuyordu, bilakis bu durumu özel bir değer olarak gördü: Aslında O, karışık kanın sağlıklı olduğunu söyledi- bu sebeple Karaçaylar Kuzey Kafkasya Halkları arasında en doğurgan halktı. Şurası önemli ki, Aliev Karaçay ve Balkar halklarını yakın iki gruptan öte tek bir halk olarak görüyordu.(10)
Bir diğer tarihçi ilk Karaçay Marxist İslam Tambiev, Karaçay halkının karışık kökeni konusuna özel bir vurgu yaptı. Tambiev (Hazarlar, Kıpçaklar vs..) gibi sonradan gelen Türkik unsurlarla beraber diğer bazı yerli ve yerli olmayan gruplarca Karaçay halkının oluştuğunu öne sürdü. Yine de kritik katkı Türkler tarafındandı ve Karaçay ve Balkarları “Türkleştirilmiş Yafetikler” olarak tanımladı. (11)
Karaçayların “karışık” kökenlerine ilişkin fikir ilk kez akademisyen N.I Marr tarafından 1920’lerde ortaya atılmıştı. Marr Karaçayları “Dağ Türkleri” olarak çağırırken, onların “Yafetik kökenlerini” vurguladı ve “Türkik bir dil konuşan Oset-Karaçay” olarak yazdı.(12) 1930’larda farklı halkların karışık kökenlerine ilişkin konsept Sovyet enternasyonalizmi için gözde olup önemli bir kalkış noktası teşkil edince, Marr’ın fikri büyük bir şevkle kabul gördü. Halbuki, önceki dönemlerde Balkarlar, Oset entelektüellerce kökenlerine hasar verecek şekilde “Dağ Tatarları” olarak adlandırılmıştı.(13) Oset Sovyet araştırmacısı G. Kokiev Karaçay ve Balkarları cömertçe Alan Kabile Birliği’ne dâhil etti ve onların halihazırda 9. ve 10. yüzyıllarda zaten Kuzey Kafkasya’da oluşmuş olduklarını öne sürdü.(14)
Bugünlerde, geleceğin saygıdeğer Oset dilbilmcisi V. I Abaev, gerek Karaçay ve Balkarların gerekse de Osetlerin oluşumunda, yoğun kültürel geçişleri, yerli Yafetik biyolojik ve kültürel bileşenlerin kritik rolünü vurguladı.(15) Böylece, 1930’larda Sovyet araştırmacılar Karaçay ve Balkarların yerli kökenlerini keşfetmek ve onların Osetlerle olan yakın ilişkilerini ortaya koymak için ellerinden geleni yaptılar. Bununla amaçlanan Sovyet Halklarının ortak bir kökene dayanan dostluklarının çok eskiye dayandığını ispatlamaktı.
2. HEM GEÇMİŞİNDEN HEM VATANINDAN MAHRUM OLMAK
1943-1944 Baharının trajik olayları ile Karaçay ve Balkarların kendilerini Kuzey Kafkasya’nın eziyete maruz kalmış halklarından biri olarak bulmaları davranışlarını sorgulamalarına neden oldu. Bu halklar artık haydut ve hain olarak görülüyorlardı ve vatanlarından çok uzaklara sürgün edilmişlerdi. Otonom birimleri lağvedildi, paylaştırıldı ve komşu cumhuriyet ve bölgelere eklemlendi. Önceki Karaçay otonomu Stavropol eyaleti ve Gürcistan arasında paylaştırıldı. Kimi eski Balkar bölgeleri Kuzey Osetya ve Gürcistan’a bağlandı. Ek olarak, Karaçay ve Balkarların tüm hatırasını yok etmek amacıyla, yerel yer adlarının değiştirilmesi yönünde karar alındı. (16)
Karaçay ve Balkar otonomlarının SSCB’nin siyasi haritasından silinişini, kendilerinin tarihi yayınlardan kaldırılışı takip etti. Tüm hatıraları ve önde gelen isimleri kasıtlı olarak ortadan kaldırıldı. 1930’ların sonlarından itibaren, Sovyet araştırmacılar Kabardey-Balkar’ın ilk genel tarihini yazmak için hazırlıklara girişmişlerdi. İkinci Dünya Savaşı bu planları erteledi ve Karaçay ve Balkarların sürgün edilişi ardından araştırmacılar tekrar Karaçay ve Balkarya’yı araştırmaya ancak 1958-1959 yıllarında dönebildi.
1944-1957 yılları arasında araştırmacılar sürgün halklar konusunda sessiz kalmak zorundaydılar: İsimleri dahi birer tabuydu. Hatta, kimi araştırmacılar daha da ileriye gittiler ve onlara uygunsuz etiketler yapıştırdılar. Bazı yazarlar Karaçay ve Balkarların atalarının (bir kez daha “Dağ Tatarları” olarak adlandırılıyorlardı) en geç 16-17. yüzyıllarda önceki yerlileri yerlerinden ederek ve onların topraklarını zapt ederek bölgeye ulaştıklarını öne sürüyorlardı. 1953 yılında, Kabardey Araştırma Enstitüsü Arkeoloji Departmanı Şefi P.G Akritas, Türkik dil konuşan “sonradan gelenlerin” merkezi Kuzey Kafkasya’nın yüksek bölgelerine Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikaları sonucu ulaştıklarını öne sürdü. Karaçay ve Balkarlar böylece “Tatar” oldular ve bölgeye yerleşimleri Rusya’yı ve Kafkasya Halklarını hedef alan saldırgan “Türk” politikasının sonucu halini aldı.(17) 1950’lerde Karaçay ve Balkarların atalarının Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı ile yakın ilişkilerinin olduğu yönündeki itham kulağa hem hakaretamiz hem de güvensiz geliyordu çünkü bu durum Balkar milliyetçilerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi koruması altında Kırım ve Kafkaslarda bağımsız Türk devletleri kurma yönündeki anti-Sovyet arzuları çağrıştırıyordu.
1949 yılında Leningrad’lı ünlü etnograf L.I. Lavrov Gürcistan Tiflis’teki Tarih Enstitüsü’nün ev sahipliğini yaptığı Kafkas etnografyasına ilişkin konferansta bir tebliğ sundu. Geçmişte Gürcistan topraklarının sadece Trans-Kafkasya ile sınırlı olmadığını iddia etti. Lavrov, önceki dönemlerde Svanların (Bir Gürcü kabilesi), Türklerin ancak 18. yy sonlarında ulaşmış oldukları Üst Kuban Nehri Vadisi ve Baksan Vadisinde yaşadıklarını öne sürdü. Yine de komşu Cherek Vadisi’nin 14-15. yüzyıllarda Türklerce işgal edilmiş olabileceğine katıldı.(18)
Aynı zamanda Gürcü coğrafyacı G. Zardalishvili, Gürcistan’a bağlanmış bulunan Karaçay toprakları arasındaki eski Svan yer adlarının keşfi için benzer bir çaba sarf etti. Zardalishvili, söz konusu bölgenin, Teberda Nehri ve Üst Kuban Nehri Vadisi’ndeki otlakları kullanan gerek Karaçaylar gerekse de Kabardeylerden düzenli olarak vergi topladıkları dönemde Svanlar tarafından etkilendiğini öne sürdü. Zardalishvili, Günümüzdeki Klukhory (eski Karaçay toprağı) bölgesinin “önceki dönemlerde Gürcistan’ın etno-coğrafi sınırları içerisinde yer aldığı” sonucunu çıkardı. (19)
Söz konusu tüm argümanlar politik olarak apaçık eski Balkar ve Karaçay topraklarının komşu cumhuriyetlere eklemlenmesini ima ediyordu. Bugünlerde, Karaçay ve Balkar yazarlar Stalin ve Beria’nın Gürcü sınırlarını kuzeye doğru genişletme yönündeki arzularının, Kuzey Kafkasya Halklarının sürgün edilmelerinde temel etmen olduğunu düşünüyorlar. Bu varsayım Nikita Khrushchev tarafından Karaçay delegasyonuyla 1956 Temmuz’unda yapmış olduğu toplantıda teyit edildi. (20)
Söz konusu argümanlar Karaçay ve Balkarları sadece bölgeye geç ulaşmış halklar olarak tanımlamakla kalmadı, fakat ataları belki de çok daha öteden beri bölgede yaşamış bu insanların topraklarının transferini meşru kılmak adına tarihi seferber etti. Ek olarak, Rusya’nın başını yüzyıllarca ağrıtmış Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı’nın olumsuz imajı ile ilişkilendirilmek üzere Tatar kimliği Karaçay ve Balkarlara empoze edildi ki Kırım Tatarları da sürgün edilmiş, buna karşılık Kuzey Kafkasyalılar ile birlikte hakları 1956-1957 yılları arasında iade edilebilmişti. Bu durum, Karaçay ve Balkarların Tatar kökeni ve “Türk Kabileleri” ile kimlik edinmelerinin neden 1930’larda olumsuz bir çıktı sağlamadığını, fakat 1944 sonrası böyle olumsuz bir çıktıya neden olduğunu açıklıyor. Bu durum aynı zamanda, Karaçay ve Balkar araştırmacıların 1957 sonrası etnik kökenleri için daha uygun atalar bulma konusunda ellerinden geleni yapmalarının da sebebi. Besbelli ki onlar kökenlerinin Tatar-Türk kökeni ile ilişkilendirilmelerinden ve onları Kuzey Kafkasya’ya geç ulaşmış bir halk olan tanımlayan görüşlerden rahatsızdılar. Lavrov’un Balkarlar yerine “Türkçe konuşan kabileler” terimini kullanmasından dolayı kızgındılar. Bu durum, onlar için kendi kimliklerine apaçık bir saldırı ve onları Sovyet Halkaları listesinden silmek için bir girişimdi. (22) Gerçekten de bu durum sürgün dönemine ilişkin bir uzlaşıydı, resmi dokümanlar Balkarları bir “halk” olarak tanımlamaktan kaçındılar.(23)
3. YENİ BİR GENEOLOJİ ARAYIŞI
1956-1957 yıllarında Karaçay ve Balkarların hakları iade edildi. Kuzey Kafkasya’ya dönmelerine izin verildi ve otonomileri kesin sınırlarla restore edildi. O dönemden bugüne, ilk önce kendilerini Kırım Tatarlarından izole etmekle, ikinci olarak Kuzey Kafkasya’da prestijli ve eğer mümkünse otokton atalar keşfetmekle ve üçüncü olarak bu atalarını Türkik dil ile desteklemek için ellerinden geleni yaptılar. Sorunun karışıklığının farkındalığında olarak, Karaçay ve Balkar araştırmacılar işe ilk iki nokta ile başladılar. 1957 yılında, bir Karaçay dilbilimci ve tarihçi, Karaçay-Çerkes pedagoji Enstitüsü direktörlerinden, İkinci Dünya Savaşı süresince Karaçay araştırmalarında bulunmuş Kh. O. Laipanov Karaçay ve Balkar tarihini konu edinen bir kitap yayınladı. Laipanov Üst Kuban Nehri Vadisi’nin erken Ortaçağ döneminde Osetlerin atalarınca işgal edilmiş olduğuna katıldı. O günlerde Karaçay ve Balkarya topraklarının Oset dil alanının bir bölümünü oluşturduğu konusunda ve Karaçay ve Balkarların atalarının da bu durumdan ciddi ölçüde etkilendikleri konusunda Laipanov’un hiç kuşkusu yoktu. O, kendileri ile Osetlerin ataları arasındaki yakın kültürel ve linguistik ilişkileri vurguladı ve tüm bu grupların “Alan-As kabile birliği içerisinde yer aldıkları” sonucuna vardı. Böylelikle, Karaçay ve Balkarları Kuban Nehri havzası ve Üst Terek Nehri Vadisi’nin otokton yerlileri kılacak şekilde, Moğol öncesi dönemlerden itibaren bölgede yaşadıklarını söyledi.(25) Osetlerin İran kökenli dili ile, Karaçay ve Balkarların Türkik dilini bağdaştırabilmek için ise Marr’ın modern ulusların heterojen kompozisyonuna ilişkin fikrini referans aldı: Türkik dil konuşan Karaçay ve Balkarların ne zaman Kuzey Kafkasya’ya ulaştıkları konusunda bir fikri yoktu, ancak bunun yerine Hazarları, Bulgarları, Kıpçakları ve hatta “Timur’un ordusundan arda kalanları” sıraladı.(26)
Laipanov’un konsepti çok açık olarak tutarsızdı ancak bütün kayıp ve zorluklardan sonra kültürel farklılıkları kendilerini diğer etnik gruplardan özellikle Osetlerden ayıracak Türkçe konuşan otantik atalara sahip olma kaygısı taşıyan Karaçay ve Balkarlar için tatmin edici olabilirdi. Bununla beraber, Türkik dil konuşan atalarını Karaçay ve Balkar etnojeninin baskın unsuru olarak betimlerken, onlar henüz hala “sonradan gelenlerdi” ve otokton statü iddia edemiyorlardı. “Alan-As kabile birliği” kökenli atalara ilişkin bu mesele, “Türkleştirilmiş Osetlere” olan şüpheli yakınlıklarından ve Karaçay ve Balkarların taleplerini karşılayamamalarından kaynaklanıyordu. Hem linguistik hem de etnografik çalışmaların, Karaçay-Balkar etnik kökeninde çok güçlü bir Alan dil alt tabakasının varlığına işaret etmesi büyük önem taşımaktaydı. (27) Bu durum Oset araştırmacılar tarafından sıkça dile getirildi. Fakat Türkik dil konuşan yazarlar, Osetlerin “küçük kardeşleri” olarak görülmek istemediklerinden dolayı bu görüşe yanaşmadılar ve Türkik dil konuşma geleneğini Kuzey Kafkasya’ya olabildiğince geriye götürmek için büyük bir gayret gösterdiler. Bu eğilim; 22-26 Haziran 1959’da Nalçik’te, Karaçay ve Balkarların kökenleri ile ilgili olarak düzenlenen sempozyumda açıkça ortaya çıktı.
Sempozyum; “History of Kabarda”nın 1957’de yayınlanmış olan cildinin, Karaçay ve Balkarların itibarlarının iade edilmesi dolayısıyla direkt olarak gerçekliğini yitirmesi nedeniyle, Kabardey-Balkar Araştırma Enstitüsü’nün inisiyatifiyle düzenlendi. Bu sayının yeniden düzenlenip, baştan yazılması gerekliydi ve yerli araştırmacılar iki cilt halinde genel bir “Kabardey-Balkar Tarihi” hazırlamak üzere görevlendirildi. Fakat bunun öncesinde Karaçay ve Balkarların kökenlerine ilişkin mesele açıklığa kavuşturulmalıydı.
Sempozyum katılımcılarının çok büyük bir çoğunluğu, Karaçay ve Balkarların tarih sahnesine çıkışında; İran dili konuşan Alanların ve Türkik dil konuşan Bulgar ve Kıpçakların önemli katkı sağladığı konusunda hemfikirdiler. Fakat çeşitli grupların göreceli katkıları ve Kuzey Kafkasya yerlilerinin Türkleştirilmesinin tarihi, uzlaşmazlık konusu olarak kaldı. Başka yerlerden gelen “önyargılardan soyutlanmış” araştırmacılar, etno-genetik sürecin tüm ana etmenlerini kabul etmeye hevesliyken, herhangi bir etmene ayrıcalık göstermek konusunda isteksizdiler. Öte taraftan, Karaçay ve Balkar araştırmacı ve aydınlar farklı bir eğilim sergiliyorlardı. Öncelikle, kendi etnik gruplarının heterojen bir temel üzerinde yapılandığının farkında oldukları halde, özlerini Türkik dil konuşan kavimlerin oluşturduğu konusunda ısrarcıydılar. İkinci olarak, Türklerin Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkışını, mümkün olduğunca orta çağın ilk dönemlerine kadar çekmek hususunda ellerinden geleni yaptılar ve böylece erken ortaçağ Bulgarları bu konuda, çok sonraları ortaya çıkan Kıpçaklardan kendileri için daha olası göründü. Üçüncü olarak; Türk öncesi dönemlere ait Kuzey Kafkasyalı yerli atalarını işin içine dâhil etmemek gibi bir yanlışa düşmediler. Gerçekten de, bu atalar otokton halk olduklarını mutlak olarak iddia etmek için gerekli olan yegâne dayanağı sağladı. Sempozyum katılımcıları, ilginç bir şekilde, yaklaşımlarındaki bütün farklılıklara rağmen; Karaçay ve Balkar arzularını gözeterek, son karar olarak, “Kara Bulgarları” (erken ortaçağ Bulgar kavimlerinden birisi) Karaçay ve Balkarların etnik kökeninin Türkik dil konuşan ana unsuru olarak adlandırdılar. (28) Bu karar Karaçay ve Balkarların yerli atalarına yönelik hükümlerinde olumlu bir rol oynadı ve farklı dönemlerde meydana gelmiş ve farklı etnik unsurları içeren etno-genetik sürecin karmaşıklığına rağmen; Karaçay ve Balkarların tarih sahnesine çıkışının Kuzey Kafkasya içerisinde meydana geldiğinin altını çizdi. O zamandan beri, bu yaklaşım birçok yerli araştırmacı tarafından benimsenmekle birlikte, hala güncelliğini korumaktadır.
Aynı zamanda, sempozyumda daha radikal bir hipotez daha öne sürüldü. Hipotezin sahibi, Karaçay doğumlu filolog U.B. Aliev; Karaçay ve Balkarların atalarının kökeninde sadece Alanların değil, en başından beri Türkik dil konuşanların da olduğunu ileri sürdü. Varsayımından kaynaklanan linguistik problemi gidermek için de Aliev şu çözümü sundu: eğer Alanlar etnik olarak homojen idiyseler, Karaçay ve Balkarların ataları bütün Alan topluluğuyla ilişkilendirilebilinirdi; eğer tersi söz konusuysa ve heterojen idiyseler, öyleyse Karaçay ve Balkarların atalarını, bütün Alan kavim birliğine adını vermiş önde gelen Alan kavmi ile ilişkilendirmek gerekecektir. (29) Türkik dil konuşan halkların, dağlık bölgeye geldikten sonra orada önceden beri bulunmakta olan yerli halklarla karıştığını kabul ediyordu ama bu sürece ilişkin yorumu Oset araştırmacılarınkinden farklıydı. Aliev’e göre ana etno-genetik unsur; Türkik dili sonradan alan yerli halklardan ziyade, yerliler arasında asimilasyona uğramış sayıca küçük Türkik dil konuşan bir gruptur. (30) 1960’ların başlarında, Aliev ve takipçileri, bunu kamuoyuna duyurmak içini hipotezlerini “Karachay-Language Daily”de yayınladılar. (31)
Belli ki, bu hipotez bazı siyasi amaçlarla geliştirilmişti. İlk olarak Karaçay ve Balkar halkının yerel olarak o bölgede tarih sahnesine çıkmış olduğunu vurgularken, onları yerli halk olarak göstermek suretiyle siyasi bağımsızlık taleplerini meşrulaştırmak için çaba sarf edildi. İkinci olarak Karaçay ve Balkarların kültürel ve linguistik farklılıklarına dikkat çekerek ve bunları komşu etnik gruplardan ayrıştırarak, bu talebin tarihi ve kültürel altyapısı oluşturuldu. Üçüncü olarak atalarını başlangıçtan beri var olan bir Türkik dille donatmak suretiyle, yabancı komşularının tüm olası toprak iddialarının çürütülmesi hususunda katkı sağlandı. (1944-1956 yıllarında özerkliklerinin feshedilmesi ve parçalanmalarına ilişkin hatıraları, halen Karaçay ve Balkarlar arasında canlığını korumaktaydı.) Dördüncü olarak kendilerini diğer Türkik dil konuşan halklardan ayrı tutma isteği, özellikle de Türkiye’de hiçbir surette canlılığını yitirmediği için Sovyet ideologlar tarafından Sovyet ittifakı için halen ölümcül bir tehdit olarak kabul edilen ve Sovyet araştırmacıların mücadele etmek durumunda olduğu Pan-Türkizm ile itham edilme korkusundan kaynaklanmaktaydı. (32)
Bütün bu görüşler, 1950’lerin sonlarından itibaren birçok Karaçay ve Balkar araştırmacı tarafından benimsendi. Bu görüşler, açıkça sürgünün ortak hafızasına ait olmakla beraber, Stalin rejiminden kaynaklanan büyük adaletsizliğe karşı ideolojik bir tepki vazifesi görüyordu. Fakat otoriteler tarafından özellikle sıkı bir biçimde sansürlenmiş olan ortaklaşa olarak hazırlanmış ciltlerde, bütün bu görüşler bireysel yayınlarda ortaya koyulduğu halinden çok daha ılımlı bir şekilde sunuldu. Ayrıca 1960 ve 1970’lerde; yabancı bilim adamları tarafından (çoğunlukla etnik Ruslardan), özellikle Karaçay ve Balkar kökenleri ile ilgili olan, Kabardey- Balkar ve Karaçay- Çerkes’in erken tarihi ve tarih öncesine ilişkin yürütülmüş başlıca projelerden hareketle bir çalışma yapıldı.
Karaçay ve Balkar araştırmacılar tarafından 1957’den sonra geliştirilen etno-genetik kuramlarda bulunan en temel görüşlerden birisi, otokton kökenlerine ilişkin iddialarını kanıtlamak amacıyla, atalarının Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkışını mümkün olduğunca eski tarihlere çekme çabasıydı. Bu çabanın, zaman zaman aşırı otoktonluk akımı karşıtı söylemlerde bulunan Rus araştırmacıların gözünden kaçması mümkün değildi. (33) Bu çaba bizzat SSCB’nin, bulunduğu cumhuriyetlere ismini vermiş olan asli etnik grupların gerçek ya da itibarlı yerli köklerini ispatlamaya sevk eden, kendine özgü politik-yönetsel yapısı nedeniyle başarısızlığa mahkûmdu. Özelikle bir cumhuriyete ismini vermiş olan yerli etnik gruplarda, çift kimlik kabul görmüyordu. İstisnalar hariç, bir etnik unsur resmen linguistik temelli kabul ediliyorsa, atalar ve soyları arasındaki linguistik devamlılığın araştırılması gerekliydi. Bu yüzden, hem Karaçay ve Balkar araştırmacıların hem de bireysel amatör yazarların, Alanları Türk dilliyle donatmaya yönelik heveslerle yazılmış olan makaleleri, hem yerel medyada hem de Azerbaycan medyasında büyük ölçüde kabul gördü. (34)
Bu Türkik dil revizyonizmi, bir ölçüde bilimsel gelişmeye katkı sağladı. Bilim adamlarını, Kuzey Kafkasya’nın erken tarihindeki Türkik izleri daha fazla dikkat almaları hususunda teşvik etti ve keşifler de fazla gecikmedi. 1960’lardan itibaren Kuzey Kafkasyalı arkeologlar, Türk runik yazıtlarını, kuşkusuz erken Ortaçağ Bulgarlarına ilişkin çalışmalara bağlı olarak, gün yüzüne çıkarmaya başladılar ve bunlara 8.yy ile 10.yy arası bir tarih koydular. Bu tarihte, hem İran dili konuşan Alanlar hem de Türkik dil konuşan Bulgarların, Yukarı Kuban Irmağı vadisinde yan yana yaşamış oldukları ortaya çıktı. Çok yakın kültürlerarası bağlar kurmuşlardı, hatta Bulgarlar arasında kullanılan runik işaretleri ve Alanlar arasında kullanılan Yunan alfabesini esas alan kendi yazı sistemlerini geliştirmişlerdi. (35) Böylece, arkeolojik çalışmalar ışığında, V.I. Abaev tarafından daha önce belirtilmiş olan Alanların Türkleştirilme süreci izlenebilir ve hem zamansal ( 1. binyılın sonları – 2. binyılın başları) hem de mekânsal olarak (Yukarı Laba ve Yukarı Baksan Irmaklarının arasında yani Batı Alanya’da) konumlandırılabilir.
4. BİR SUÇLULUK KOMPLEKSİ ve TÜRK DİLİ KONUŞAN ALANLAR
Bu esnada, 1970’ler ve 1980’lerin başlarında, Stavropol Eyaleti yetkilileri KGB tarafından uydurulan sahte belgelere dayanarak, “Karaçayların suçlu olduğu” fikrini beslemeye başladı. En önemli Sovyet ideolog M.A. Suslov tarafından desteklenen bu fikirler, bölgesel Komünist Parti toplantılarında açıkça dile getirildi ve yerel medyada da haber olarak verildi. Karaçay aydınlarının çoğu, bunu 1943’teki Karaçay sürgününü aklamak amacıyla yapılan devlet destekli olduğu aşikâr olan bir girişim olarak gördü. Dahası, Karaçaylar 1960’lardan 1980’lere kadar muhtelif şekillerdeki ayrımcılıktan dolayı mağdur oldular. Komünist Parti genel merkezindeki ve yönetim kademelerindeki önemli görevlerinin kullanım haklarına bir takım sınırlandırılmalar getirildi, polis teşkilatında iş bulmakta zorluk çektiler, Komünist Parti’deki sicilleri düşüktü, sürekli olarak polis takibindeydiler ve sürgünden önce yaşadıkları yere dönme istekleri otoriteler tarafından sürekli olarak geri çevriliyordu. Buna karşın, bölgesel şartlardan haberdar olmayan ve yerli halkı idare etmek konusunda tecrübesiz olan yerli olmayan görevliler, çoğu kez kilit yönetim kadrolarına atandılar. Sürgün dönemi boyunca, Karaçay topraklarının çoğu çölleşti ve bölgesel tarımsal ekonomi düşüşe geçti. Buna rağmen, Karaçaylara önceki ekonomik altyapılarını yeniden sağlamak adına sağlam bir kaynak tahsisi yapılmadı. Çoğunlukla, eski yerleşim yerlerini yeniden kurmalarına izin verilmedi ve geleneksel el sanatlarının özellikle yün dokumacılığının geliştirilmesi yönünde idari kısıtlamalarla karşılaştılar. Son olarak, 1980’lerin sonlarına kadar, gereğince itibarlarının iade edildiği 9 Ocak 1957 kararlarını tam anlamıyla uygulama hakları olmadı. (36) Aynı baskıları yaşamış olan Balkarlardan da benzer şikâyetler duymak mümkündür. (37)
Bu gergin ortam, Karaçay ve Balkarları atalarının Kuzey Kafkasya’ya nispeten daha geç tarihlerde geldiklerine dair ifadelere karşı özellikle duyarlı hale getirdi. (38) Bu yüzden en uzak köklerinin otokton durumunu ispat etmek Karaçay ve Balkar araştırmacılar için büyük önem arz ediyordu ve başlangıçtan beri Türkik dil konuşan Alanlara ilişkin görüş de asla geçerliliğini yitirmedi. Hem Karaçay hem de Balkarlar, devrim öncesi yazarların “Tatarlaştırılmış Osetler” şeklindeki eskimiş tabirinden ve Sovyet araştırmacıların atalarını Türkik dili sonradan almış yerliler olarak gösterme çabasından memnun değillerdi. Bütün bunlar onlarda sürgünün yıllarının acı hatırasını canlandırdı ve bu nahoş imajı silmek için olağanüstü bir çaba gösterdiler. Kendilerini tarihten silme çabalarından dolayı infiale kapılmaktan geri duramadılar ve Sovyet tarihçilerin tarihlerine karşı tarafsız olmamalarının yanı sıra 1940-1950’ler, hatta daha da ileriki dönemlere ait tarihlerini “kasten çarpıttıklarından” ( gerçekten veya algılandığı şekliyle) yakındılar. (39)
Bu nedenle, U.B. Aliev’i takip eden Karaçay ve Balkar araştırmacılar, on yıllar boyunca, Alanlara ya da en azından Alan kavim birliğinin en güçlü kavmine bir Türkik dil atfederek, daha sonraki Karaçay ve Balkar nesillerinin halen anadillerine sadık olduklarını öne sürdüler. Kendilerine ait arkaik sözcüklerin diğer Türk dillerinde bulunmadığıyla birlikte komşularının halen onları “Alan” (Megreller) ve “Asi” (Osetler) olarak adlandırdıkları gerçeğine de parmak bastılar. (40) Bazı Karaçay ve Balkar filologlar, tarihçiler ve arkeologlar tarafından benimsenen bu yaklaşım, ılımlı bir dil revizyonizmi olarak adlandırılabilir. Bu görüşün savunucuları, Alanların hem Türkik dil hem de İran dili konuşan grupları içeren heterojen bir kavim birliği olduğunu iddia ettiler. Böylece, Karaçay ve Balkarların Türkik dil konuşan atalarının Kuzey Kafkasya’da tarih sahnesine çıkışları Alan dönemine, yani Kıpçakların ortaya çıkışından çok öncesine denk geldi.
Bu revizyonist anlayış, Karaçayların atası olan Kahraman Karça’nın Kırım’dan Kuzey Kafkasya’ya gelişini anlatan Karaçay efsanesinin yeniden yorumlanmasına neden oldu. Karaçay yazar M. Batchaev, Karça’yı Moğollar tarafından bozguna uğradıktan sonra esir alınan ve zorla Kırım’a yerleştirilen Alanların torunu olarak tanıttı. Karça’yı vatan hasretinden dolayı acı çeken bir kahraman olarak tasvir etti ve Kuzey Kafkasya’ya gidişini de Kırım hanlarının entrikalarıyla hiçbir ilgisi olmayan, anavatana uzun zamandır arzu edilen bir dönüş olarak betimlendi. (41)
5. POST-SOVYET DÖNEMDE ETNO-POLİTİK DURUM ve ANLAŞMAZLIKLAR
1980’lerin sonlarından başlayarak, Karaçay ve Balkarların etnik kökenlerine ilişkin görüşleri daha radikal ve daha etno-sentrik hale geldi. Bunun, biri içsel biri dışsal olmak üzere iki nedeni vardı. Birincisi, yerli araştırmacılar daha fazla özgürlüğe sahip oldular, kendilerini federal merkeze karşı daha az yükümlü hissetmeye başladılar ve Moskova ve Leningard öğretisi itibar kaybetti. İkincisi, insanlar hızlı ve derin politik dönüşümlerin sonucunda kendi siyasi menfaatlerin farkına vardılar ve cumhuriyetler de muhtelif etno-sentrik seçkin sınıflar arasındaki iktidar mücadelelerine tanıklık ettiler. Kabardey Balkar’da Balkar azınlık ve Kabardey çoğunluk arasındaki gerilim arttı ve Karaçay-Çerkes’te de Karaçay çoğunluk ve Çerkes azınlık arasındaki ilişkiler bozuldu. Uzak geçmişe ilişkin siyasi iddiaların meşrulaştırılması önemli bir mesele haline geldi ve bu konuda fayda sağlayacak bir köken bu konuda çok büyük önem kazandı. Söz konusu anlaşmazlık noktalarının yanı sıra, Alan mirası için Osetler ile aralarındaki ezeli sembolik mücadele de gündemin bir parçası oldu.
Yerli araştırmacıların görüşüne göre, toprak sıkıntısının etkisinde; Kuzey Kafkasya’daki güncel etnik politikaların ana unsuru, etnik bölgeler arasında kesin sınırlar olmasına dair görüştür ve kimliğin bölgesel tabanı büyük ölçüde abartılmıştır. (42) Bu durum, etnik köken ve idari bölgesel birimler arasında yakından ilişki kurmuş olan Sovyet ulusal politikasının bir sonucudur. Gerçekten de, ortak yaşam ilişkilerini halen devam ettirdikleri Sovyet öncesi dönemlerde, Kabardey ve Balkarlar arasında var olan ama kesin olmayan sınırlar vardı. Balkar çobanları sürüleriyle dağlardan inip, Kabardeylere ait otlakları kullanıyorlardı ve Kabardeyler de atlarını Balkarların dağlık arazilerine götürebiliyorlardı. (43) Bu tür ortak yaşam ilişkilerinin, temel olarak bölgesel doğal sınırları paylaşan geleneksel çiftçiler ve kırsalcılar arasında oldukça yaygın olması büyük önem taşımaktaydı. Bu kaynakların ortaklaşa kullanımı geleneklere göre düzenlenmişti ve nadiren ortaya çıkan anlaşmazlıklar o bölgelerin beyleri arasındaki anlaşmalarla geleneksel yollarla çözümleniyordu. Bu koşullar altında, etnik bölgeler arasında kesin sınırları belirlemeye yönelik herhangi bir girişim, yıkıcı etnik anlaşmazlıklara neden olacaktı.
1990’larda, hem Kabardey-Balkar hem de Karaçay-Çerkes bu tarz bir anlaşmazlığın tehdidi altındaydı. Azınlık statülerinin farkındalığı altında ve devlet destekli adaletsizliğin taze hatıraları ışığında; Balkar milliyetçiler liberal demokrasiden son derece kuşkuluydular ve siyasi haklarına yönelik ilave kısıtlamalardan başka bir şey beklemiyorlardı. Etnik milliyetçi Balkar hareketi “Töre”; Balkarların siyasi itibarlarının iade edilmesini, 1944 Mart’ından önce, başka bir deyişle sürgünden önce var olan Balkarya sınırları kapsayan bölgesel tabanlı Balkar özerk bölgesinin kuruluşuna bağladı. (44) Kabardeyler, bölgesel Balkar projesini, Balkar siyasi bağımsızlığı yolunda atılan bir adım ve dolayısıyla kendi bölgelerinde kabul edilemez bir daralma olarak gördüler. Bu nedenle Balkarya’nın özerk bir cumhuriyet olarak ayrılması; 150 yıldan daha uzun bir süre boyunca, etnik gruplar arasındaki ilişkileri kaçınılmaz olarak bozacak olan bölgesel uyuşmazlıklara neden olacaktı. Kuzey Kafkasya’daki en varlıklı kırsalcılar olan Balkar dağlıları, daha alçak yerlerde bulunan otlaklarla fazlasıyla ilgileniyorlardı ve bunları Kabardey ve Svanlardan kiralamışlardı. (45) Balkar ve Kabardeyler arasında kesin bir sınır belirleme girişimi 1863’te (46) başarısızlıkla sonuçlandı ve Balkar dağlıları dağların alçak etekleri boyunca yerleşmeyi sürdürdüler. 1920’lerde düşüşe geçen bu hareket, Sovyet otoritelerinin Kabardeylerle aralarındaki düşmanlığı körüklemeleriyle meşrulaştırıldı ve desteklendi. (47) Balkarların 1944’teki haksız sürgünü durumu daha da kötüleştirdi ve karmaşıklaştırdı. Gerçekten de, 1957’de döndükten sonra çoğu Balkar geleneksel dağlık arazilerinin dışına yerleşti ve çoğu da var olan Kabardey-Balkar topluluğuna karıştı.
Kısa süre öncesine kadar bütün bu yaşananlar hiçbir sıkıntıya neden olmadı, Kabardeyler ve Balkarlar barış ve dostluk içinde yaşadılar ve bu halklar arasında birçok evlilik gerçekleşti. Fakat 1991 Aralık’ında, Balkar milliyetçilerinin Balkar Cumhuriyeti’nin kurulmasına ilişkin taleplerinden sonra durum keskin bir şekilde değişti. Balkar liderlerin, “Balkar ve Kabardeyler arasında karşılıklı olarak hiçbir bölgesel hak talebi mevcut değildir” (48) şeklinde güvence vermesine rağmen, bölgesel anlaşmazlıklar kaçınılmaz hale geldi ve her iki taraf da uzlaşmaz bir tavır takındı. (49) Muhalifler, Kabardey ve Balkarya arasındaki “tarihi sınırlara” saygı gösterilmesi yönünde çağrıda bulundular. Fakat düzgün bir şekilde belirlenmiş bölgesel sınırlar olmaması ve bu sınırlardan bazılarının tarihsel dönemlere göre değişime uğraması nedeniyle, hangi sınırın “tarihi” olarak ele alınması gerektiği belli değildi. Bununla birlikte, Kabardeyler için iddialarını savunmak Balkarlara nazaran çok daha kolaydı. 14. ve 16. yüzyıllardaki bölgesel gelişmeleri nedeniyle, bölge Rus İmparatorluğu topraklarına katılmadan önce, Kabardeyler Kuzey Kafkasya’da baskın güç haline gelmişlerdi. Genel olarak bu egemenlik dönemi tarihi belgelerde çok parlak şekilde yer alıyordu ve bu da Balkarların kendi iddialarını tarihi kaynaklara dayandırma hevesini kırıyordu.
Kabardeyler iddialarını kanıtlamak için, 1863’te özel bir devlet komitesi tarafından ayrıntılı olarak hazırlanmış olan sınır kanununu referans gösterdiler. (50) Bu belge Kabardeyler için çok büyük önem taşıyordu çünkü öncelikle bunun yaşama geçirilmesi, geçen yüzyıl boyunca kaybettikleri çok büyük toprakları yeniden kazanmaları konusunda yardımcı olabilirdi ve ikinci olarak tüm Sovyet kanuni uygulamalarının güvenilirliğini hızla kaybetmeye başladığı post-perestroyka döneminde, yüksek ölçüde güvenilirliği olan yasal bir belge vazifesi görüyordu.
Bu sırada, 1990’ların ortalarına kadar, cumhuriyetçi otoriteler güçlerini sağlamlaştırdılar ve 1992’den önceki, Balkar Cumhuriyeti’nin kuruluşunu da içeren, vaatlerini yerine getirmeyi reddettiler. Siyasi özerklik talebiyle sürdürülen Balkar siyasi hareketleri ve Balkar örgütleri aşırılıkla suçlandılar ve 1996 Kasım’ında feshedildiler. Balkarların bölgesel itibarların iade edilmesi konusuna gelince; 1944 öncesi 4 bölgeden yalnızca 2’si yeniden kuruldu. Bütün bunlar Balkar ileri gelenleri arasında memnuniyetsizlik ve hayal kırıklığıyla karşılandı ve bütün güçlü pozisyonların Kabardeylere bağlandığı ve gerçek bir Kabardey yurdu haline gelmiş olan Kabardey-Balkar üzerindeki bütün iktidar paylarını kaybettiklerini hissettiler. (51)
Karaçay-Çerkes’teki politik süreç de bir o kadar hareketliydi. Karaçay milliyetçi hareketi de 1991 Temmuz’unda olağanüstü bir Karaçay kongresi düzenledi ve Karaçay Özerk Cumhuriyeti’nde 1943 sınırları dâhilinde bir restorasyon ilan etti. Bu durum diğer etnik grupların benzer istekleri ile zincirleme bir reaksiyon yarattı ve cumhuriyet korkunç sonuçlara yol açacak ağır etnik çatışmaların eşiğine geldi.
6. ERKEN TARİHİN TÜRKLEŞTİRİLMESİ
Bu ciddi siyasi dönüşüm dalgasının bir parçası olarak, 1980’lerin ve 1990’ların sonlarında revizyonist ekolde yeni bir kanat ortaya çıktı. Bu kanat, Karaçay ve Balkar entelektüellerin; bütünlüklerini desteklemesi ümidiyle etnik grupları üzerinde bir “Alan” kimliği ithaf etme heveslerinden destek buluyordu. Ilımlı revizyonistlerin Alanların İran dili ve Türkik dil konuşan gruplar olarak bölümlenmesinden dolayı herhangi bir kaygıları yokken; radikal revizyonistler hem Kuzey Kafkasya’daki ve Avrasya Bozkırı’ndaki İran dili konuşanların, hem de genel olarak Hint-Avrupa dilleri konuşanların erken tarihlerini temizlemek için ellerinden geleni yaptılar. Bu oluşuma en önemli katkıyı, Nalçikli Balkar arkeolog Igor M. Miziev (1940-1997) sağladı. 1971 yılında Ordzhonikidze’da (modern Vladikavkaz) gerçekleştirilen akademik bir konferansta, Alanların bazı bölümleri arasında Türkik dilin yaygınlığına ilişkin fikrini savunmaya çalıştıysa da (52) , önde gelen Sovyet araştırmacıların biri tarafından hayli ağır bir tepkiyle karşılaştı. (53) Miziev bu olaydan dolayı hiçbir şekilde mahcubiyet duymadı ve kendi revizyonist yaklaşımını geliştirmeye başladı.
Miviev, Tunç Çağı ve Erken Demir Çağı’nda Doğu Avrupa bozkır kuşağı topluluğunu, Hint-İran ve İran Dil Grubu ile özdeşleştiren teoriye yaptığı keskin eleştiri ile işe başladı. Çoğu Sovyet arkeolog tarafından benimsenen bu görüşü reddederken, bu görüşü emperyalizm, Avrupa-merkezcilik ve Asyalıların özellikle de Türklerin tarihi başarılarını atalarının inşa ettiği kültür ve medeniyetlerden soyutlamak suretiyle kasıtlı bir aşağılamaya maruz bırakmak ile itham etti. (54) Bu konuda herhangi bir özel çalışma yürütmeden önce bile, Miziev zaten hem Türk dili hem de Türk kültürünün son derece derin tarih öncesi kökleri olduğuna inanıyordu ve bu inancını teyit etmek için muazzam bir çaba harcadı.
Sümerlileri Türk olarak tanımladı ve bu düşüncesine atıfla, M.Ö. 3. binyıl Kuzey Kafkasya-Maykop medeniyetlerinden, M.Ö. 1. binyıl Altay-Pazırık medeniyetine kadar birçok büyük Tunç ve Demir Çağı medeniyetinin gelişimini de bu yönde açıkladı. Böylece, tüm İskitler, Sarmatlar ve Alanların da Türk olduğu sonucunu çıkardı. Miziev’in görüşüne göre, Kalkolitik Çağ ve Erken Tunç Çağı’nın en eski “Kurgan medeniyeti” bile Türkik dil konuşanlar tarafından oluşturulmuştu: “Ön Türk ve Ön Altay kabilelerinin en erken tarihi, bütün belirleyici unsurlarıyla Kurgan medeniyetinin ortaya çıkması ile başlamıştır. Bu andan itibaren ekonomi, kültür ve dillerinin tam anlamıyla oluştuğunu söyleyebiliriz.” (55) Türklerin anavatanını, Türklerin bozkır kuşağına yayıldıkları ve daha sonra Trans-Kafkasya’dan geçerek Batı Asya’ya göç ettikleri bölge olan Volga ve Ural nehirleri arası olarak belirledi. (56, 57) Böylece Miziev, Türkleri Batı Asya’nın yerli halkıyla ilişkilendirmekten kaçınmasına rağmen, Türklerin Batı Asya’ya kesinlikle Hint-Avrupa dili konuşanlardan çok daha önce geldiklerini ( M.Ö. 3. binyıl) öne sürdü. (58)
Sovyetler Birliği zamanında, bu gibi düşünceler bağımsız bir Türk devleti kurmayı amaç edinen ve Sovyet gücüne muhalif olan Pan-Türkizm düşüncesi ile itham ediliyordu. Fakat Miziev ve aynı görüşü savunan diğer insanlar için mesaj farklıydı. Bu gerek Rusya İmparatorluğu gerekse de SSCB’nin Türkleri barbar işgalci ve yağmacılar olarak niteleyen olumsuz imajına karşın uzun süreli bir protestonun dışavurumuydu.(59) Bu aynı zamanda, ilişkili toplulukların “altın” çağlarını kendilerine mal etmek yoluyla, geçmişe dayalı fazilet ve abartma girişimiydi ki bu benzeri görülmemiş bir strateji değildi. (60) Miziev, tarih öncesi dönemlerden itibaren Türklerin insanlığın evrimini önemli ölçüde etkilediğini ve dünya uygarlığının gelişimine çok önemli katlı sağladığını önemle vurguladı. Özellikle, ilk devleti Türklerin kurduğu fikri hususunda takıntılıydı ve SSCB’nin yıkıntılarından kurulan Türk devletleri konusunda büyük heyecan taşırken, her Türkik etnik grubun kendi devletlerini kuramamalarından dolayı üzgündü. (61) Bütün bu mantık silsilesi, Miziev’in Hint-Avrupa teorisine karşı öfkesinin asli kaynağını ispatlıyor; Miziev’e göre bu teori “Rus Yayılmacılığının” devamlılığını meşru hale getiriyordu. Buna mukabil, bu görüşü sembolik bir Türk yayılmasıyla çürütmek için elinden geleni yaptı.
Miziev’in görüşüne göre, Türkler “Dünya’nın en eski etnik gruplarından biriydi” ve Eski Dünya’nın ilk uygarlıklarının kurucularıydılar. “Türk” etnik ismi “en geç Neolitik dönemde” ortaya çıkmıştı. (62) Bu durum büyük kültürel başarılarla birlikte zenginleştirdikleri Türk yaratıcı enerjisine bağlıydı ve özellikle Sümerlilerin başarıları da bu duruma atfediliyordu. Miziev, Türklerin erken Ortaçağ Avrupa’sını önemli ve pozitif olarak etkilediğini ileri sürüyordu. Özellikle ilerlemeci olduğunu söylediği Hun işgali ile ilgili oldukça inatçıydı; Hunların “gerici sosyal sistemleri” yıktığını ve Avrupa’ya “gelişmiş kültürel kazanımlar” sağladığını savunuyordu. (63)
Miziev aynı zamanda bazı Avrasyalı görüşlere de katılıyor, özellikle de Türk ve Slavlar arasında “etnik akrabalık” olduğuna ilişkin fikri savunuyordu. (64) Aynı zamanda, Kafkasya’yı göz önünde bulundurmamak gibi bir yanlışa da düşmedi. Karaçay-Balkarların direkt olarak İskitlerin soyundan geldiğini ileri sürdü ve ünlü Nart Destanları’nın ise İskitler tarafından oluşturulduğunu, daha sonra diğer Kuzey Kafkasyalılar tarafından kendilerine mal edildiğini iddia etti. (65) Miziev ayrıca, “Türkik dil konuşan Kafkasyalıların” Baksan Nehri vadisinin üst kesiminde, Shalushki ve Nalçik bölgelerinde beş bin yıl önce tarih sahnesine çıktığını ileri sürdü. Bu görüşe göre, Karaçay-Balkarların teşekkülünün de kökenlerini oluşturdular. (66) Miziev “Karaçay-Balkar etnik grubunun” ortaya çıkışını 8. ve 10. yüzyıllar arasında tarihlendirdi ve bu etnik grubun oluşumunda Alanların, Bulgarların, Hazarların ve Kafkas dağlılarının (özellikle “Türkik dil konuşanların”) yer aldığını varsaydı.(67) O tarihlerde Orta Kafkasya’nın tek yerleşik halkı olan Alanlar ile bu “etnik grup” arasındaki ilişki halen araştırılıyor. Açıkçası, Miziev’in artık ağırlıklı olarak şehirler kuran ve kendi orijinal yazı dilini kullanan “Türkik dil konuşan Alanlar”dan bahsettiği kitaplarında, artık bu “etnik gruba” rastlamak pek mümkün değildir. (68) Böylece Miziev’in teorisine göre; Türkler Kafkasya’nın en eski yerleşik halkı haline geldi ve onların soyundan gelen Karaçay ve Balkarların da “fiziki ve etno-kültürel olarak saf Türk” olduklarını ispatlandı: Alan yurdunda, büyük ölçüde bütünleşik bir toplum (narodnost) oluşturdular, runik yazı sistemini geliştirdiler ve bu yüzden Alan yurdunun yegâne yaratıcısı ve varisi oldular.
1990’larda, genel anlamda Türklerin büyük tarih öncesi uygarlığına ve özel olarak da Karaçay-Balkarların geçmişine yönelik radikal revizyonist bakış açısı, Sovyet tarihi araştırmacısı olan Karaçay-Çerkes Devlet Pedagoji Üniversitesi rektörü A. D. Koichuev de dahil olmak üzere birçok tanınmış Karaçay ve Balkar araştırmacı tarafından kabul gördü. Koichuev’in desteğiyle, 1959’da Nalçik’te verilen sempozyumda verilen kararları revize etmek amacıyla, 1994 Ekim’inde Karaçayevsk’te “Karaçay ve Balkarların Etnik Kökeni”ne ilişkin bir sempozyum düzenlendi. Tataristan’ın yanı sıra çeşitli Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinden, birçok Türkik dil konuşan araştırmacı bu sempozyumda yer aldı. Miziev’in tasarısı ışığında; Türklerin anavatanlarının Volga ve Ural nehirleri arası olduğunu savundular, Erken Tunç Çağı’ndaki Yamnaya ve Maykop medeniyetlerini Ön Türklere ithaf ettiler, Sümerlileri kardeş kültürleri olarak gösterdiler, Türkik dil konuşan İskitler ve Alanlar fikrini savundular. Böylece, Kıpçakları tarih sahnesine çıkışlarının önemsiz bir öğesi olarak kabul etmelerine rağmen, Balkar-Karaçay kökenine ilişkin Kıpçak teorisi radikal biçimde revize edilmiş oldu. Sempozyumun en önemli sonuçlarında biri, sanki bin yıldır Karaçay soyunun hâkimiyeti altındaymışçasına, en eski Karaçay topraklarını Yukarı Kuban Irmağı vadisi olarak tanımlanmasıdır. (69) Karaçay-Balkarların atalarının Türkik dil konuşan Alanlar olarak tanımlanması büyük memnuniyet yarattı. İlginçtir ki, bu yaklaşımı geliştirdikleri sırada Karaçay ve Balkar araştırmacılar Tatar Bulgarlar arasından da destekçiler edindiler. (70)
1994 sonbaharında, Kuzey Osetya Cumhuriyeti adına “Alanya” unvanını da ekledi. Bu hareketi kendi tarihi miraslarına gasp olarak yorumlayan Karaçay ve Balkarya’dan ise bu duruma itirazlar yükseldi. (71) Gerçekten de etnik milliyetçi Balkarlar, siyasi özerklik taleplerinin gerekçelerini, kendilerinin “İskitler ve Alanların soyundan geldikleri ve İskitlerin, Azak Bulgarlarının ve Alanya’nın yasal kültürel mirasçısı oldukları” fikirlerinden hareketle savunuyorlardı. (72)
7. ARAÇSALCILIĞIN HİZMETİNDEKİ İLKÇİLİK
Söz konusu veriler, tarihsel söylem ve Kuzey Kafkasya’daki mevcut siyasi ortam arasındaki yakın ilişkiye işaret etmektedir. Politik amaçlarını meşrulaştırmak adına, hem Kabardeyler hem de Balkarlar Kuzey Kafkasya’da tarih öncesi dönemlerden beri yaşamış olması muhtemel yerli atalarına ilişkin bir tablo çizmek isteğindeler. İki taraf da ümitlerini, atalarının etno-sentrik mitlerine kaynak sağlayan arkeolojiye ve tarihsel dilbilimine bağlamış durumda. Kabardeyler etnik köklerini M.Ö. 3. binyıl arkeolojik Maykop medeniyetine kadar çekiyorlar ve aynı zamanda da Küçük Asya’nın çağdaş Hititleriyle olan akrabalıklarından dolayı da gurur duyuyorlar. Bunun yanında, Geç Tunç Çağı’nda Orta Kafkasya’daki “arkeolojik Kuban medeniyeti”yle olan bağlarından dolayı da memnunlar. (73) Ayrıca, M.Ö. 1. binyılda Kuzeybatı Kafkasya’da yaşamış olan Meotlarla kurdukları genetik bağlara özellikle büyük değer veriyorlar. Atalarına ilişkin bu mit Kabardeyler için iki nedenden dolayı önem taşıyor: Birinci olarak erken Adigeler çok uzun zamandan beri bölgenin en önemli siyasi gücü olarak gösterilmekte ve ikinci olarak da bin yıl kadar önce Azak Denizi’nin ağzı, kuzeybatıda Karadeniz ve güneydoğuda Yukarı Kuban Irmağı arasında kalan büyük bir alana hakimdiler. (74) 1990’larda eski geçmişe ait bu bakış açısı, Kabardey etnik milliyetçi hareketinin programatik belgelerinde açıkça ortaya koyuldu ve Kabardeylerin geç Ortaçağ döneminde gelmiş oldukları çağdaş Kabardey’de hiçbir surette yabancı sıfatında olmadıkları önemle vurgulayan Kabardey siyasi liderler tarafından da açık bir şekilde dile getirildi. Bu görüşe göre, en az Tunç Çağı’ndan beri Nalçik’te yaşamış olan Adige akrabalarıyla da bu bölgede karşı karşıya geldiler ve hem Tunç Çağı’nda hem de Rus yayılmasına değin Geç Orta Çağ döneminde; Adige (Çerkes) toprakları Karadeniz kıyılarından Kumuk bozkırlarına kadar tüm bölgeyi kapsıyordu. (75)
Tüm bu sıcak iddialar kendi egemen cumhuriyetlerini hayal eden ve Kabardeyler ile toprak konusunda sonu olmayan tartışmalara sahip Balkar milliyetçileri tarafından güçlü bir tepki ile karşılandı. Balkar politik ve entelektüel liderler takip eden taktiklerden yararlandılar. Oysa Sovyet günlerinde kendilerini Karaçay halkından farklı bir etnik grup olarak soyutlamaya alışmışlardı, bugünlerdeyse artan Adige konsolidasyonu ile yüzleşen Balkarlar “Karaçay-Balkar Halkı (etnik grup)” gibi terimleri kullanmaya ve kendilerinin etnik birliklerini vurgulamaya başladılar. Ek olarak, Karaçay ve Balkarlar diğer Türkik gruplardan destek umarak Pan-Türkist hareketlerin içerisinde kasıtlı olarak yer aldılar.(76) Balkarlar geleneksel Balkar topluluklarının hiçbir zaman için Kabardey’in içerisinde yer almadıklarını öne sürdüler;(77) bilakis, onlar ayrı bir federasyon oluşturmuş ve Kabardey’dan bağımsız olarak Rusya’ya kendileri katılmışlardı.(78)
Kimi Karaçay liderler daha da ileri gittiler ve Moğol öncesi dönemlerden itibaren Terek ve Laba ırmakları arasında ve Kafkas sırtlarından Stavropol yüksekliklerine kadar büyük bir Karaçay devletinin uzandığını öne sürdüler. Timur’un 14. yüzyıl sonundaki istila ve yağmasının hemen ardından söz konusu Karaçay devletinin bağımsızlığını sürdürdüğünü iddia ettiler. Onlara göre, Karaçay 1828 yılında Rusya tarafından gayr-i meşru olarak Rusya topraklarına katılmıştı ve bunun hemen ardından kimi politik müesseseleri sürdürmek için bir yolunu da bulmuştu.(79)
Bunlar her halükarda Karaçay ve Balkarların “ulusal devletlerinin” restorasyonu yönündeki taleplerini meşru kılmak adına alışılmışın dışındaki tarihi perspektiflerdi. Aynı zamanda, Balkar yazarlara göre Kabardeyler Merkezi Kafkasya’ya ancak 15. ve 16. yüzyılları arasında ve Baksan Nehri Bölgesine ise ancak 17. yüzyıl sonlarında ulaşmışlardı.(80) Açık ki, bu konsept Kabardeyleri herhangi bir ciddi politik ya da teritoryal hak iddia edemeyecekleri şekilde sonradan gelenler olarak resmediyor.
Karaçay ve Balkar entelektüel liderler, aynı “Adige (Çerkes)” etnoniminin, modern Adige etno-milliyetçilerince akrabalarına (Kabardeyler, Çerkesler ve Adigeyliler) bilinçli olarak dayatılan bütünleştirici gücünün tamamen farkındaydılar. Aynı etkiyi umarak Karaçay ve Balkar entelektüeller umutlarını “Alan” adı etrafında topladılar. Daha önceden bildiğimiz üzere, Miziev “Alan öz-bilincinin” gelişmesine Karaçay ve Balkarları “Türkik bir dil konuşan Alan ve As’ların mirasçıları” olarak çağırarak büyük bir katkı yapanların arkasındaki isimdi.(81) Bugünlerde, Karaçay ve Balkarlar “Alan Devleti tarihinin bizim kendi ulusal mirasımız” olduğuna inanıyorlar.(82) 1990’larda Karaçay ve Balkarların kendilerini “Alan” olarak tanımlama konusundaki arzuları arttı ve kültürel kurumları, çeşitli organizasyonlar ve gazeteler bu ismi kendilerine mal etmeye başladılar.
Kendilerini Alanlar ile ilişkilendirme yönündeki inatçı Balkar teşebbüsleri iki şeyi hedefliyor- öncelikle, atalarının Kuzey Kafkasya’da çok erken dönemlerden itibaren yaşadıklarını ispatlamak ve böylelikle otokton statülerini sağlama almak, ikinci olarak da kendi devlet geleneklerinin sürekliliğine vurgu yapmak. Onlara göre, her iki fikir de Balkar Halkının 1991 ve 1996 Kasım’larındaki kongrelerinde deklare ettiği Balkarya’nın kurulması yönündeki arzularını destekleyecek nitelikte kuvvetli argümanlar sağlayabilir. Erken ortaçağ dönemindeki Türkik bir dil konuşan Alan Devleti’nin savunucularının devletin bugünkü Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyetleri üzerinde yer alması rastlantı değil ve onlar bunun kronolojik boyutunu genişletmek için ellerinden geleni yaptılar. Bunlardan birisi Alan Devleti’nin kesintisiz olarak yaklaşık 800 sene zarfında hüküm sürdüğünü öne sürdü.(83)
Açık ki, sürekli olarak Alanların sadece kendi ataları olmalarını arzulayan Osetler, prestijli atalar konusunda ciddi bir rakip olmaya adaydılar. Osetlerin kendi yerlerini almaları ve onların olası teritoryal ve politik amaçlarının sorun teşkil etmesine karşın, Karaçay ve Balkar yazarlar İran dili konuşan Osetlerin Kafkasya’ya güneyden, İran Şahı tarafından yerleştirildiklerini ve bugünkü yerleşim yerlerine tarihin geç bir döneminde, belki de 15. yüzyıl başlarında ulaşmış olabileceklerini öne sürdüler.(84) Bu görüşe göre, Türkler bölgede Osetlerden önce yaşıyorlardı. Daha egzotik bir yaklaşım ise Zhurtubaev tarafından geliştirildi. Zhurtubaev, Oset araştırmacıların kendi kökenlerini Bronz Çağı Koban arkeolojik kültürüne dayandırmalarını yönündeki çabalarına iştirak etti. Yine de Osetlerin aksine O, İran dilinin Osetlere “Türkik bir dil konuşan Alanlardan” değil sadece “Koban atalarından” miras kaldığını öne sürdü.(85)
Her halükârda, uzak geçmişe ilişkin ilkçi yaklaşım ve çok eski atalar, halklarını açık kimi politik kazanımlara ulaşmak için mobilize etmek adına, Karaçay ve Balkar entelektüel liderlerce kullanıldılar. Bu görüş, Kabardeyleri “eski Balkar topraklarını” haksızca işgal eden sonradan gelenler olarak betimliyor ve Karaçay ve Balkarın teritoryal arzuları için tarihi argümanlar sağlıyordu. Aslında, tarihsel gelişim epey farklıydı- 19.yüzyıl sonlarından itibaren Balkarlar topraklarını arkalarında önce Ruslar ardından Sovyet makamları olacak şekilde, Kabardey topraklarına doğru genişletmişlerdi.(86) Ek olarak, tarih öncesine ilişkin muazzam Pan-Türkist imalar, azınlık Türkik gruplar için önemli politik ve kültürel kaynak sağlayan Pan-Türkist dayanışmasını teşviki amaçlıyordu. Etno-genetik mitler şimdi hem Karaçay-Çerkes hem de Kabardey-Balkar okullarında, yerel etnik-milliyetçi hareketlerin programlı belgelerine dayandırılarak okutuluyorlar.
Böylelikle, Karaçay ve Balkarların kendileri ve ataları hakkındaki düşünceleri Sovyet ve Sovyet sonrası dönemlerde pek çok kez değişti. Önceleri, atalarının Kuzey Kafkasya’ya geç ulaşmış olmalarıyla ilgili bir sıkıntıları yoktu. Balkar ve Karaçay halklarının oluşum tarihine, akrabalık bağlarıyla güçlendirilmiş Sovyet halklarının dostluk ve kardeşliği olarak tecelli eden çok türlü kompozisyonları kadar önem verilmedi. Özel ayrıcalık Karaçay ve Balkarları doğal olarak Kuzey Kafkasya’nın otokton halkları yapacak şekilde Kafkas yerlilerinin Karaçay ve Balkar etno-genine katılımı idi. Aynı zamanda, Türkik dil kendi karakterlerinin ana unsuru olarak kabul gördü. Bu nedenle, etnik geçmişe ilişkin bu görüş Türkik bir dil konuşan atalara özel bir ayrıcalık kazandırdı ve Türklerin etno-genin gelişiminde aktif bir rol oynadığını belirtti; yani, kendi anadillerini sonraki kasıtlı olarak değişen Türkik dil yerine yerli sakinlerin dilleriyle ilişkilendirdiler. Böylece, kendi topluluklarını oluşturan etnik bileşenlerden bağımsız olarak, Karaçay ve Balkarlar asli dillerinin asıl hamisi konumuna geldiler ve ortak etnik birliklerine inandılar. İste bu sebeple, 1930’lardaki “Türkleştirilmiş Yafetikler” terimine sarıldılar.
1957 sonrası, atalarına ilişkin görüşleri keskin şekilde değişti. Sürgün ve eski Karaçay ve Balkar topraklarının dağıtılması Sovyet enternasyonalizmi ve halkların kardeşliği yanılsamasının alt üst olmasına neden oldu. O zamandan bu yana, Karaçay ve Balkarlar komşu Kafkas Halklarıyla ya da Kırım Tatarları ya da Türk halkıyla ortaklaşa her hangi bir şey yapma konusunda isteksizler. Öncekilerin kendi topraklarına yönelik gasplarını affetmediler ve ikinci grupla ilişkileri Pan-Türkizm’e karşı hala direnen Sovyet otoritelerince cezalandırılmıştı. Böylece, Karaçay ve Balkarlar kendi özgün yollarıyla oluşmuş müstakil atalara ihtiyaç duydular. Teritoryal mülkiyet arzularını destekleyecek ilk yerleşimci argümanı ile Karaçay ve Balkarlar kendilerini sağlama almak için Kuzey Kafkasya’ya olabildiğince erken ulaşmış olmalıydılar. Bununla birlikte, ayrımcılığa karşı mücadeleyi meşru kılan politik argümanlar ile atalarını sağlama almak için erken devlet inşasına da sahip olmalıydılar. Ve son olarak, onlar Türkik bir dil konuşanlar olmalıydılar, fakat kimsenin Karaçay ve Balkarları Pan-Türkist olarak suçlayamayacağı bir şekilde. Bu sebeple, dilleri çok eski kökler belirtmeli ve otantik arkaik özellikler göstermeliydi. Alanların tüm bu kriterleri karşılayan tek uygun aday oldukları su götürmezdi. Tek dezavantajları Alanların İran diliydi ve böyle olunca, son birkaç on yıldır Karaçay ve Balkar araştırmacılar ve amatör yazarlar Alanları Türkik dil konuşan bir halk yapmakla en iyi işlerini yaptılar. Aynı zamanda, önceki dönemin aksine, Karaçay ve Balkarlar kendilerini kasten müstakil bir kimlikle sınırlandırdılar ve kendi öz kültürlerinin özgünlüğüne vurgu yaptılar.
Kendi kimliklerini yeniden tanımladıkları üçüncü dönem 1980’lerin sonlarında başladı ve 1990’lardan itibaren çok sayıda argüman geliştirildi. Karaçay ve Balkarların kendilerini tek bir etnik bütün olarak görecekleri özgün bir kimlik tekrar popüler olmuştu. Bir birlik ki, tek bir form öz betimleme arzulayan ve günümüz ulusal liderlerinin her iki halka da Alan ismini empoze etmek için ellerinden geleni yaptıkları bir birlik. Bu gelişme Alanların daha en başından beri Türkik bir dil konuşan bir halk olduklarını iddia eden etkili bir grup Karaçay ve Balkar araştırmacı tarafından ilerletildi. Dahası, tezlerine göre “Türkik dil konuşan Alanlar”, muhteşem Türk tarihi ile ilişkilendirilen Pan-Türkçü eylemin kesinlikle ama kesinlikle ana katılımcısı haline geldiler. Bu geçmişte yer ediniş, ilk önce Karaçay ve Balkarlara zaman içerisinde muazzam devamlılık ile atalarına kahraman imajı sağladı, ikinci olarak, onları kendi erken devletlerinden(Türkik Hanlıkları) ve yazı sistemlerinden(Türkik yazılardan) gurur duyan eski medeni halklar ailesi arasında tanımladı ve üçüncü olarak, Türk dünyasının kendilerine olan sempati ve desteğini tetikledi. Bundan dolayı, Karaçay ve Balkarlar arasındaki çift kimlikliliğin güçlü çekiciliği bugünlerde: ilk düzeyde kendilerini Karaçay-Balkarlar (ya da Alanlar) olarak tanımlamak ya da bir başka düzlemde Türkler ile tanımlamak.
Victor Shnirelman
Çeviri: Dilek Soykuvvet – Mevdudi Bayçora
Özgün Metin: http://src-h.slav.hokudai.ac.jp/sympo/02summer/pdf2/shnirelman_large.pdf
Dipnotlar:
1 Philip Kohl, Clare Fawcett, eds., Nationalism, Politics and the Practice of Archaeology (Cambridge: Cambridge University Press, 1995); Philip L. Kohl, “Nationalism and Archaeology: On the Constructions of Nations and the Reconstructions of the Remote Past,” Annual Review of Anthropology 27 (1998), pp. 223-246; Margarita Diaz-Andreu, Timothy C. Champion, eds., Nationalism and Archaeology in Europe (London: UCL Press, 1996); John Atkinson, Iain Banks, Jerry O’Sullivan, eds., Nationalism and Archaeology (Glasgow: Cruithne Press, 1996).
2 Ernest Gellner, Nations and Nationalism (Ithaca: Cornell University Press, 1983).
3 Eric Hobsbawm, “Introduction: inventing traditions,” in E. Hobsbawm, T. Ranger, eds., The Invention of Tradition (Cambridge: Cambridge University Press, 1983), pp.1-14.
4 Benedict Anderson, Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism (London: Verso, 1991).
5 Anthony D. Smith, “The Nation: Invented, Imagined, Reconstructed?” Millennium: Journal of International Studies 20: 3 (1991), p. 365.
6 Anthony D. Smith, “National Identity and Myths of Ethnic Descent,” Research in Social Movements, Conflict and Change 7 (1984), pp. 95- 130; idem, “The Myth of the ‘Modern Nation’ and the Myths of Nations,” Ethnic and Racial Studies 11: 1 (1988), pp. 1-26.
7 Jane Ormrod, “The North Caucasus: Confederation in Conflict,” in Ian A. Bremmer, Ray Taras, eds., New States, New Politics: Building the Post-Soviet Nations(Cambridge: Cambridge University Press, 1997), p. 97.
8 N.F. Bugai, D.Kh. Mekulov, Narody i vlast’: “sotsialisticheskii eksperiment”(20-e gody) (Maikop: Meoty, 1994), p. 116.
9 Ibid., pp. 121-137, 301-317; A.Kh. Daudov, Gorskaia ASSR (1921-1924 gg.). Ocherki sotsial’no-ekonomicheskoi istorii (St. Peterburg: Izdatel’stvo Sankt-Peterburgskogo Universiteta, 1997), pp. 69, 160, 174.
10 U.Zh. Aliev, Karachai (Karachaevskaia avtonomnaia oblast’): istoriko- etnologicheskii i kul’turno-ekonomicheskii ocherk (Rostov-na-Donu: Krainatsizdat i Sevkavkniga, 1927), pp. 34-45.
11 I. Tambiev, “Zametki po istorii Balkarii,” Revoliutsiia i gorets 1-2 (1933), pp. 58-69.
12 N.Ia. Marr, Plemennoi sostav naseleniia Kavkaza (Petrograd: Rossiiskaia Akademiia Nauk, 1920), p. 26.
15 V.I. Abaev, “Obshchie elementy v iazyke osetin, balkartsev i karachaevtsev,” Iazyk i myshlenie 1 (Leningrad: Akademiia Nauk SSSR, 1933), pp. 71-89.
16 D.V. Shabaev, Pravda o vyselenii balkartsev (Nal’chik: El’brus, 1994), pp. 6, 60-66; N.F. Bugai, A.M. Gonov, Kavkaz: narody v eshelonakh (Moskva: Insan, 1998), pp. 127-128, 197-198, 208-209; I.M. Shamanov, B.A. Tambieva, L.O. Abrekova, Nakazany po natsional’nomu priznaku (Cherkessk: KChF MOSU, 1990), pp. 17-18.
17 P.G. Akritas, “Drevneishee nazvanie gory Beshtau,” Sbornik po istorii Kabardy 3 (Nal’chik, 1954), pp. 210-214.
20 I.I. Aliev et al., eds., Karachaevtsy. Vyselenie i vozvrashchenie (Cherkessk: PUL, 1993), pp. 14-15; Shabaev, Pravda o vyselenii balkartsev, pp. 60-64, 240; R.S. Tebuev, “Deportatsiia karachaevtsev: prichiny i posledstviia,” in R.S. Tebuev, ed., Deportatsiia karachaevtsev: dokumenty rasskazyvaiut (Cherkessk: Karachaevo-Cherkesskii institut gumanitarnykh issledovanii pri pravitel’stve KChR, 1997), pp. 25-31; Shamanov, Tambieva, Abrekova, Nakazany po natsional’nomu priznaku, pp. 28, 90; A.D. Koichuev,Karachaevskaia Avtonomnaia Oblast’ v gody Velikoi Otechestvennoi voiny (Rostov-na-Donu: Izdatel’stvo Rostovskogo Gosudarstvennogo Pedagogicheskogo Instituta, 1998), p. 449.
21 N.P. Tul’chinskii, “Piat’ gorskikh obshchestv Kabardy,” Terskii sbornik 5 (1903), p. 164; V.P. Pozhidaev, Gortsy Severnogo Kavkaza (Moskva, Leningrad: Gosudarstvennoe izdatel’stvo, 1926), p. 11; A. Ladyzhenskii, “Kabardintsy i balkartsy,” Vestnik znaniia 8 (1937), p. 38.
22 S. Babaev, Shabaev, “Za marksistsko-leninskoe osveshchenie istorii balkarskogo naroda,” Kabardino-Balkarskaia pravda (April 5, 1959), p. 3; D.V. Shabaev,Pravda o vyselenii balkartsev, pp. 236-240.
23 Ibid., p. 286.
24 Ibid., pp. 277-284; Bugai, Gonov, Kavkaz, pp. 286-303.
25 Kh.O. Laipanov, K istorii karachaevtsev i balkartsev (Cherkessk: Karachaevo-Cherkesskoe knizhnoe izdatel’stvo, 1957), pp. 15-16, 49- 51.
26 Ibid., pp. 9-11, 18-20, 23-24.
27 Abaev, “Obshchie elementy…”; idem, Osetinskii iazyk i folklor (Moskva, Leningrad: Akademia Nauk SSSR, 1949), pp. 45-47, 249, 271-290; idem, “Ob alanskom substrate v balkaro-karachaevskom iazyke,” in I.V. Treskov, ed., O proiskhozhdenii balkartsev i karachaevtsev (Nal’chik: Kabardino-Balkarskoe knizhnoe izdatel’stvo, 1960), pp. 127-134; B.A. Kaloev, “Osetino-balkarskie etnograficheskie paralleli,” Sovetskaia etnografiia 3 (1972), pp. 20-30; L.I. Lavrov, “Karachai i Balkariia do 30- kh godov 19 veka,” in V.K. Gardanov, ed., Kavkazskii etnograficheskii sbornik 4 (Moskva: Nauka, 1969), pp. 68-70.
28 “Reshenie sessii,” in Treskov, ed., O proiskhozhdenii balkartsev i karachaevtsev, pp. 310-311.
29 U.B. Aliev, “Vystuplenie,” in I.V. Treskov, ed., O proiskhozhdenii balkartsev i karachayevtsev, p. 250.
30 Ibid., pp. 244-245
31 U.B. Aliev, K.T. Laipanov, M.A. Khabichev, A.D. Bauchiev, “Alanla, Alania?” Leninni bairag’’y 79 (April 20, 1963); Sh.Kh. Akbaev, “Alanla, Alania?” Leninni bairag’’y80 (April 21, 1963). For a criticism see V.A. Kuznetsov, “Arkheologiia i proiskhozhdenie karachaevtsev i balkartsev,” Leninni bairag’’y 121 (1963); idem, “Alany i tiurki v verkhoviiakh Kubani,” in G.Kh. Mambetov, I.M. Chechenov, eds., Arkheologo-etnograficheskii sbornik 1 (Nal’chik: El’brus, 1974), pp. 77- 85; V.A. Kuznetsov, I.M. Chechenov, Istoriia i natsional’noe samosoznanie (Vladikavkaz: Severo-Osetinskii Institut gumanitarnykh i sotsial’nykh issledovanii, 2000), p. 93; E.P. Alekseeva, “Pamiatniki meotskoi i sarmato-alanskoi kul’tury Karachaevo-Cherkesii,” Trudy Karachaevo-Cherkesskogo Nauchno-Issledovatel’skogo Instituta Istorii, Iazyka i Literatury 5: Seria istoricheskaia (Stavropol’: Stavropol’skoe knizhnoe izdatel’stvo, 1966), pp. 240-247.
32 Alexandre Bennigsen, Marie Broxup, The Islamic Threat to the Soviet State (New York: St. Martin’s Press, 1983), pp. 26-54, 77-87.
33 For example, see E.I. Krupnov, O chem govoriat pamiatniki material’noi kul’tury Checheno-Ingushskoi ASSR (Groznyi: Checheno-Ingushskoe knizhnoe izdatel’stvo, 1961), p. 44; Lavrov, “Karachay i Balkariia…,” p. 67; V.A. Kuznetsov, “K istorii arkheologicheskogo izucheniia Kabardino- Balkarii,” in I.M. Chechenov, ed., Arkheologiia i voprosy drevnei istorii Kabardino-Balkarii (Nal’chik: Kabardino-Balkarskii Institut Istorii,Filologii i Ekonomiki, 1980), p. 153.
34 For more on Azeri revisionism see Victor A. Shnirelman, The Value of the Past: Myths, Identity and Politics in Transcaucasia (Osaka: National Museum of Ethnology, 2001), pp. 127-138.
35 V.A. Kuznetsov, “Nadpisi Khumarinskogo gorodishcha,” Sovietskaia arkheologiia 1 (1963), pp. 298-305; idem, “Alany i tiurki,” pp. 89-93.
36 Aliev et al., eds., Karachaevtsy, pp. 31-42; Ormrod, “The North Caucasus,” p. 112.
37 I.L. Babich, ed., Etnopoliticheskaia situatsiia v Kabardino-Balkarii 2 (Moskva: TsIMO IAE, 1994), pp. 296-300; “Ot redaktsii,” Balkarskii Forum, Spetsvypusk (January, 1997); Ormrod, “The North Caucasus,” p. 110.
38 Aliev et al., eds., Karachaevtsy, p. 30.
39 I.M. Miziev, Srednevekovye bashni i sklepy Balkarii i Karachaia (13-18 vv.) (Nal’chik: El’brus, 1970), p. 8; idem, Istoriia riadom (Nal’chik: El’brus, 1990), pp. 135-136; K.T. Laipanov, I.M. Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov (Cherkessk: PUL, 1993), pp. 4-7, 13.
40 For example, see K.T. Laipanov “O tiurkskom elemente v etnogeneze osetin,” in Kh.S. Cherdzhiev, ed., Proiskhozhdenie osetinskogo naroda (Ordzhonikidze: Severo-Osetinskoe knizhnoe izdatel’stvo, 1967), pp. 207-214; idem, “Ob alanskom proiskhozhdenii karachaevo-balkartsev,” Karachaevo-Balkarskii mir 7 (August 1995); A.Zh. Budaev, “Skifobalkarskie leksicheskie skhozhdeniia,” Vestnik Kabardino-Balkarskogo Nauchno-Issledovatel’skogo Instituta 2 (Nal’chik, 1970); Kh.-M.I. Khadzhilaev, Ocherki kabardino-balkarskoi leksikologii (Cherkessk: Stavropol’skoe knizhnoe izdatel’stvo, 1970), pp. 6-14; M.A. Khabichev, Vzaimovliianie iazykov narodov Zapadnogo Kavkaza(Cherkessk: Stavropol’skoe knizhnoe izdatel’stvo, 1980), pp. 147-148; idem, “Slovoobrazovatel’nyi i etimologicheskii analiz nekotorykh karachaevskikh etnonimov,” in Khabichev, ed., Aktual’nye problemy karachaevo- balkarskogo i nogaiskogo iazykov (Stavropol’: SGPI, 1981), pp. 31- 50; idem, K gidronimike Karachaia i Balkarii(Nal’chik: El’brus, 1982), p. 16; A.M. Bairamkulov, “Alano-asskie etnicheskie nazvaniia, familii i imena,” in M.A. Khabichev, ed., Aktual’nye problemy…, pp. 76-87; idem, K istorii alanskoi onomastiki i toponimiki (Cherkessk: Karachaevo- Cherkesskoe respublikanskoe knizhnoe izdatel’stvo, 1995); S.Ia. Baichorov, “Terminy ‘karachai’ i ‘as’ v karachaevo-balkarskoi etnonimii,” in A.K. Shagirov, ed., Aktual’nye voprosy leksiki i grammatiki iazykov narodov Karachaevo-Cherkesii (Cherkessk: Karachaevo-Cherkesskii Nauchno-Issledovatel’skii Institut Istorii, Filologii i Ekonomiki, 1987), pp. 46-57; idem, “K etnogenezu karachaevo-balkarskogo naroda po dannym iazyka i epigrafiki,” in I.Kh. Akhmatov, ed.,Problemy istorii karachaevo-balkarskogo i nogaiskogo iazykov (Cherkessk: Karachaevo- Cherkesskii Nauchno-Issledovatel’skii Institut Istorii, Filologii i Ekonomiki, 1989), pp. 6-8.
43 I.M. Miziev, “Istoriia karachaevo-balkarskogo naroda s drevneishikh vremen do prisoedineniia k Rossii,” As-Alan 1 (1998), pp. 73-75; T.Kh. Kumykov, I.M. Miziev, eds., Istoriia Kabardino-Balkarii. Uchebnoe posobie dlia srednei shkoly (Nal’chik: El’brus, 1995), pp. 108-109.
44 Babich, ed., Etnopoliticheskaia situatsiia…, p. 176; A. Atabiev, “O pravde i o granitsakh,” in I.L. Babich, ed., Etnopoliticheskaia situatsiia…, p. 197.
45 Tul’chinskii, “Piat’ gorskikh obshchestv…,” pp. 181, 185-186; M.K. Abaev, Balkaria. Istoricheskii ocherk (Nal’chik: El’brus, 1992), pp. 25, 35-36.
46 Ch.E. Kardanov, Iz istorii territorial’nykh otnoshenii Kabardy i Balkarii (Nal’chik: El’-Fa, 1993), pp. 8-11.
47 I.L. Babich, “Sootnoshenie politicheskoi, religioznoi i etnicheskoi identichnosti v kabardino-balkarskom obshchestve,” in M. Olcott, A. Malashenko, eds., Faktor etnokonfessional’noi samobytnosti v postsovetskom obshchestve (Moskva: Carnegie Center, 1998), pp. 148-149.
48 “Komu meshaet respublika Balkariia,” Balkarskii Forum 10 (December 1991), p. 1.
49 Kardanov, Iz istorii territorial’nykh…, p. 25.
50 Iu.A. Kalmykov, Povoroty sud’by (Moskva: Spark, 1996), p. 67.
51 R.S. Jappuev, A lecture in the Carnegie Center (July 13, 1999, Moscow)[Author’s archive].
52 Miziev, “Vystuplenie,” in V.A. Kuznetsov, ed., Materialy po arkheologii i drevnei istorii Severnoi Osetii 3 (Ordzhonikidze: Severo-Osetinskii Nauchno-Issledovatel’skii Institut, 1975), pp. 95-96, 107.
53 I.G. Aliev, “Vystuplenie,” in Kuznetsov, ed., Materialy po arkheologii…, pp. 106-107. For that see Kuznetsov, Chechenov, Istoriia i natsional’noe samosoznanie, p. 94.
54 I.M. Miziev, Istoriia riadom, pp. 51, 124; idem, Ocherki istorii i kul’tury Balkarii i Karachaia 13-18 vv.: vazhneishie etnogeneticheskie aspekty. V pomoshch uchiteliam-istorikam, kraevedam, studentam i uchashcheisia molodezhi (Nal’chik: Nart, 1991), pp. 82-83, 87-89; idem, Istoriia Balkarii i Karachaia s drevneishikh vremen do pokhodov Timura (Nal’chik: El’-Fa, 1996), pp. 130-153; Laipanov, Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, pp. 3-6.
55 Ibid., p. 28.
56 I.M. Miziev, Istoriia riadom, p. 42; Laipanov, Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, pp. 14-15, 17 ff.; M.Ch. Zhurtubaev, “Putiami predkov,” Balkarskii Forum 10 (1991), p. 4.
57 Miziev, Istoriia riadom, pp. 19-31; Laipanov, Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, pp. 42-43.
58 Miziev, Istoriia riadom, pp. 43-46.
59 Laipanov, Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, p. 116; I. Akhmatov, A. Koichuev, K. Laipanov, “Novyi vzgliad na problemy etnogeneza tatarskogo naroda,” Tatarstan 6 (1997), p. 74.
60 Anthony D. Smith, “The ‘Golden Age’ and National Renewal,” in Geoffrey Hosking, George Schopflin, eds., Myths and Nationhood (London: Hurst and Company, 1997), pp. 53-54.
61 Laipanov, Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, pp. 8-9.
62 Ibid., p. 114; Miziev, Istoriia Balkarii i Karachaia.
63 Laipanov, Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, pp. 91-92. Also see U.Z. Bairamukov, Kladez’ narodnoi pamiati (Cherkessk: Karachaevo- Cherkesskoe knizhnoe izdatel’stvo, 1993).
64 Laipanov, Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, pp. 116-117.
65 Ibid., pp. 61-66; I.M. Miziev, “V plenu ugasshei teorii (o knige Kh.Kh. Bidzhieva ‘Tiurki Severnogo Kavkaza’),” Kabardino-Balkarskaia pravda (May 5, 1994), p. 3.
66 I.M. Miziev, “Izvrashchat’ istoriiu amoral’no,” Kabardino-Balkarskaia pravda (November 14, 1992), p. 6; idem, Istoriia Balkarii i Karachaia, p.206; Laipanov, Miziev,O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, pp. 39-42.
67 Ibid., p. 97.
68 Ibid., p. 113.
69 Etnogenez karachaevtsev i balkartsev (Karachaevsk, 1997); Akhmatov, Koichuev, Laipanov, “Novyi vzgliad na problemy…”; Koichuev, Karachaevskaia Avtonomnaia Oblast’, pp. 12-16.
70 For them see Victor A. Shnirelman, Who Gets the Past? Competition for Ancestors Among Non-Russian Intellectuals in Russia (Washington, D.C., Baltimore: Woodrow Wilson Center Press, Johns Hopkins University Press, 1996), pp. 40-45.
72 Zhurtubaev, “Putiami predkov,” p. 8.
73 Kumykov, Miziev, eds., Istoriia Kabardino-Balkarii, pp. 11-21.
74 Ibid., p. 46.
76 Ibid., pp. 222-225.
77 Ibid., p. 232.
78 Zhurtubaev, “Putiami predkov”; “Ob itogakh raboty Komissii Natsional’nogo Soveta Balkarskogo naroda po administrativnoterritorial’nomu ustroistvu po voprosam opredeleniia etnicheskoi territorii i etnicheskikh granits Balkarii,” Kabardino-Balkarskaia pravda (July 15, 1992), p. 3; Babich, ed., Etnopoliticheskaia situatsiia…, pp. 244, 257, 278.
79 K.T. Laipanov, Iu. Kostinskii, “Bessrochnyi miting Karachaia,” Rossiiskaia gazeta (March 5, 1992), p. 3; N. Khasanov, K’archa. Yomurleni takhsasy (Cherkessk, 1994).
80 Zhurtubaev, “Putiami predkov,” p. 7; A.M. Bairamkulov, Karachaevo- Balkarskomu narodu – 2,000 let, pp. 258-262; idem, I aziatskie, i evropeiskie alany byli predkami karachaevtsev i balkartsev (Stavropol’: Stavropol’-skaia kraevaia tipografiia, 1998), p. 142; Miziev, Istoriia karachaevo-balkarskogo naroda, p. 73.
81 Laipanov, Miziev, O proiskhozhdenii tiurkskikh narodov, p. 106.
82 B. Laipanov, “Islam v istorii i samosoznanii karachaevskogo naroda,” in M.N. Guboglo, ed., Islam i etnicheskaia mobilizatsiia: natsional’nye dvizheniia v tiurkskom mire (Moskva: TsIMO, 1998), p. 146.
84 Baichorov, “Terminy ‘karachai’ i ‘as’…,” pp. 54-57; Bairamukov, Kladez’ narodnoi pamiati, pp. 116-117; K.T. Laipanov, “Ob alanskom proiskhozhdenii.”
85 Zhurtubaev, “Putiami predkov,” p. 6.
86 Kh. Dumanov, “Pravda o granitsakh. Iz etnicheskoi istorii Kabardy i Balkarii 19 – nachala 20 vv.,” Kabardino-Balkarskaia pravda (December 10, 1991), p. 3; Babich, “Sootnoshenie,” pp. 145-150.
Comments
No comment