1989 sonrası süreçle 1917 sonrası süreç birbirine şaşırtıcı şekilde çok benziyor. İdealler, gelecek tasavvuru ve hayal kırıklıkları. Her iki dönemin ilk göze çarpan özelliği, ortak ideal ve gelecek tasavvuru. 1917 sonrasında Terekkale ve Andi kurultayları ile dünyaya deklere edilen ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ile somutlaşan Kuzey Kafkasya’nın Birliği ve Bağımsızlığı ideali, 1989 sonrası Sohum’da kurulan Kafkasya Dağlı Halkları Konfederasyonu ile yeniden ortaya çıkmıştı. Kafkas Halkları Konfederasyonu, 1991 yılında yaptıkları üçüncü kongreyi, Terekkale ve Andi kurultaylarının devamı olarak görmüş ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin yedi yıldızlı bayrağını 1990’lı yıllara taşımıştı.
Her iki dönemin birbirine benzeyen ikinci özelliği fiili iktidar süreleri ve ömürleri. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti de, Kafkas Halkları Konfederasyonu da 3 ila 5 yıllık bir ömre sahip idiler. Her iki örgütlenmede yıkılan imparatorlukların (Çarlık Rusyası ve Sovyet Rusyası) enkazından çıkmış, imparatorluk merkezlerinin sömürge topraklarındaki güç ve otorite kaybından azami ölçüde yararlanmışlardır. Moskova’nın yeni bir örgütlenme ile gücünü ve iktidarını yeniden toparlaması sonucuna paralel, KKC ve KHK güç ve otorite kaybetmiştir.
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ve Kafkas Halkları Konfederasyonu’nun önlerine çıkan tarihsel fırsatı sonuna kadar kullanamamalarının ve sonuç alamamalarının birçok sebebi var. Birinci sebep, ön hazırlık dönemlerinin olmaması.1917 dönemine bakacak olursak, 1905’den itibaren Çarlık Rusya’sının yakın bir gelecek içinde yıkılabileceği az çok belli oluyordu. 1917 sonrası politik mücadelenin önderleri, Petersburg’da ve Moskova’da okuyan, az çok politik mücadele pratiği gelişen ve Kafkasya’ya dönen öğrenciler idi. Bunlar, Kafkasya’daki hazır bir örgütlenmenin yönlendirmesi ve motivasyonuyla okuyan kişiler değildi. Bu konuda Kafkas diasporası şaşırtıcı bir şekilde daha hazırlıklı ve donanımlıydı. 1908 yılında kurulan Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti, ilk günlerinden itibaren Kafkasya’nın geleceğine yönelik birçok projeyi hayata geçirmeye çalışmış, ÇİTC temsilcileri daha 1916 yılında Lozan’daki “III. Milliyetler Konferansı”nda Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlığını masaya yatırmıştı. Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin bir benzerinin daha o yıllarda Kuzey Kafkasya’da da olması gerekliydi. Merkezi Rusya’daki 1905 devriminin pozitif etkileri Kuzey Kafkasya’da 8-10 yıl sonra hissedilmeye başlamıştı. Bu dönemde Kuzey Kafkasya’nın ilk kültürel ve sosyo-politik örgütlenmesi sayılabilecek olan “Çerkes Yardımlaşma Derneği” 1911-1912 yıllarında, Krasnodar’da Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin maddi ve manevi desteği ile Pşımakho Kotse ve arkadaşlarınca kurulmuştu. 1989 sonrası içinde aynı hazırlıksızlık geçerlidir. Bu sefer hem Kuzey Kafkasya, hem de Kafkas diasporası büyük bir ataletsizlik içindeydi. SSCB’yi dünyadan yalıtan meşhur demirperde, tüm Kuzey Kafkasyalılarında zihnini kuşatmıştı. SSCB’nin sonsuza kadar var olacağını ve Kuzey Kafkasyalıların da bu mutlu ve huzurlu sosyalist ülkede zaten sorunsuzca yaşadığını ve varlığını sürdürdüğünü hem anavatanda hem de diasporalarda söyleyenleri bir kenara bırakıyorum. Özellikle Kafkas diasporalarında Sovyet Rusya’nın yıkılacağını haklı olarak varsayanlar, hamasi anti-Rus ve anti-komünist propagandanın ötesinde hiçbir somut hazırlığın içinde değildiler.
Her iki dönemin birbirine benzeyen üçüncü özelliği ulusal kadroların zihnindeki karışıklıklar, tereddütler ve zaman kaybettirici tartışmalar. 1917’de Terekkale’de ve Andi’de halk temsilcileri geleceklerini tartışırken tereddütleri ve ihtiyatları yüzünden federatif bir Rusya ile birlik opsiyonuna oldukça uzun bir süre zaman tanıdılar ve bence gecikmeli olarak bağımsızlık opsiyonuna geçtiler. Örneğin Ahmet Tsalıkattı’nın 1919 ortalarına kadar merkezi Rusya politikalarından medet umması, propaganda ve örgütlenme yeteneğini Sovyet kanadında harcayarak en kritik zamanları boşa geçirmesi trajiktir.
1991’de Kafkas Halkları Konfederasyonu da kongrelerinde aynı benzer tereddütleri yaşamış ve benzer tartışmaları yapmıştı. KHK başkanı Musa Şenibe’nin önderliğini yaptığı “demokratik fedaralistler” adını takabileceğimiz grup, Rusya’nın demokratikleşebileceğini, bu yüzden birleşik Kafkasya’nın demokratik federal Rusya içinde de olabileceğini iddia ediyorlardı. Kafkas Halkları Konfederasyonu’na 1993 sonlarına kadar bağımsızlık yanlısı rengini veren ikinci grup ise önderliğini KHK başkan yardımcısı Zelimhan Yandarbiy’in yaptığı BART’cılardı. Bartçılar ve onları destekleyen Adige Khase üyelerinin bir kısmı, Kafkas Halkları Konfederasyonu’nu oluşturan cumhuriyetlerin federal bir devlet biçiminde birleşmelerini ve Rusya’dan ayrılarak, bağımsızlıklarını ilan etmelerini istiyorlardı. Şunu da yeri gelmiş iken belirtmek ve altını çizmek lazım. Totaliter bir yönetim altındaki Kuzey Kafkasya için 1989 sonrası ilk ciddi toplumsal hareketlilikler BART ve Adige Khase gibi örgütlerle başlamıştır. Kurucuları arasında Zelimhan Yandarbiy, Seyit Hasan Ebumüslim, İsa Arsemik gibi dönemin en önemli Çeçen aktivistlerinin bulunduğu BART örgütlenmesi Kuzey Kafkasya’nın geleceği konusunda kafası en net durumda olan örgütlenmeydi. Onlar, karşılarına tarihsel bir fırsatın çıktığını iddia ediyorlar; gecikmenin, tereddüdün ve zaman kaybının merkezi Rusya’ya yarayacağını düşünerek -hemen şimdi- bağımsızlık istiyorlardı. BART’ın Kafkas Halkları Konfederasyonu’nun kuruluşuna ve Vaynah Demokratik Partisi aracılığıyla da Çeçenya’nın bağımsızlığına büyük katkısı vardır.
Kafkas Halkları Konfederasyonu’nun güç kaybetmesinde ve dağılmasında Moskova’nın ağır baskılarının yanı sıra örgütteki ikili yapının büyük etkisi vardır. Abhaz-Gürcü savaşında beraberce hareket edebilen ve KHK’nın tüm gücünü Abhaz kardeşlerine sunan iki grup, Çeçen-Rus savaşı başladığında aynı başarıyı gösteremedi. Konfederasyon burada ikili zihniyetinden dolayı duraksadı ve Şenibe’nin grubu Rusya’ya karşı mücadelede pasif kaldı. Konfederasyonun bağımsızlıkçı kanadının mensupları da merkezi Rusya’nın ve yerel yönetimlerin maddi ve manevi ağır baskıları yüzünden ya yok edildiler ya da aktif politikadan çekildiler. Vaynah Demokratik Partisi’ne dönüşen BART grubu da Rus ordusunun saldırısına uğrayan ülkeleri Çeçenya’yı savunmaya çalıştılar. Bu süreç bu güne kadar Konfederasyon’un dağılmasının yanı sıra, Çeçenya’nın yeniden işgaline ve zorla Rusya topraklarına katılmasına, Abhazya’nın Rusya güdümüne girmesine ve tüm Kuzey Kafkasya’nın depolitize edilmesine sebep oldu. Yani tekrar başa döndük. Fasit dairenin başına, sömürge yaşamına.
Her iki dönemin birbirinden farklı yönü de vardı. Anavatan ve diasporasının etkileşimindeki roller değişmişti. 1917 döneminde Kafkas diasporası daha hazır, daha donanımlıydı. Kuzey Kafkasya politik mücadelesine yol göstericiliği yapmışlar ve elde edilen kazanımlara büyük katkılar sunmuşlardı. 1989 sonrası dönemde ise aktif olan Kuzey Kafkasya idi. Diasporalar Kuzey Kafkasya politik yaşamının göstergelerine göre biçim ve tavır aldılar. Kafkas Halkları Konfederasyonu, Abhaz-Gürcü Savaşı, Çeçen-Rus Savaşı ve sonraki gelişmeler, özellikle Türkiye Kafkas diasporası örgütlerinin unuttuğu “Kafkasya Problemi”ni, yeniden gündeme soktu. 1989 sonrası gelişmeler, Türkiye Kafkas diasporası örgütlerinin en azından bir kısmında hareketlenmelere, yeni yol arayışlarına, tarihi yeniden okumaya ve keşfetmeye ve ayrışmaya sebep oldu. Bu hareketliliklerin hepsi, çok uzun süren atalet döneminden sonra inşallah olumlu bir sürece doğru evrilir.
Son olarak, 90’lardan sonra Kafkasya pek çok yeni tecrübeler yaşadı. KHK, Abhazya savaşı, Çeçen savaşı, DÇB vd. gibi. Günümüze geldiğimizde bütün bu süreçler sonucunda gelecekten umutlu musunuz? Sizce Kafkasya’yı ve Kafkasyalıları nasıl bir gelecek bekliyor? Kafkasyalılar tarihe nasıl geri dönecekler?
Şu anda Kuzey Kafkasya’da sadece merkezi Rusya’nın ve yerel yönetimlerin çizdiği kırmızı çizgiler içinde hareket edebilen birbirlerine rakip ya da düşman mikro milliyetçi örgütlenmeler boy gösterebiliyor. Kafkas diasporaları da anavatandan yansıyangölgeler ile oyalanıyor. Kuzey Kafkasya Dünyası üzerine çöken karabasanın altında uyuşmuş bir durumda. Ama her şeye rağmen bu konuda biraz sabırlı, ihtiyatlı ve ümitvar olmalıyız. Ulusal hedefleri minimalize edilmiş ya da mikro milliyetçi insiyaklarla sulandırılmış hareketlerin veya uluslararası bağlantılı insan hakları vb. örgütlerinin içinde varlıklarını sürdürmeye çalışan 1989 sonrasının idealist kadrolarından geriye kalanlar ve onların izini takip edecek genç kuşaklar, bu fasit daireyi mutlaka kıracaklardır. Diasporalarda üzerlerindeki ölü toprağını atacak, yeni Hüseyin Tosun Şhaplı’larını, Mehmet Fetgerey Şoenu’larını, İsmail Berkok’larını, Aziz Meker’lerini çıkaracaktır. Bu açıdan gelecek günlerden umutlu olmak lazım. Gelecek beklentileri ve hayalleri olmayan insanın yaşama amacı kalmaz. Eski Adigeler, “Ümit Olmayınca At Koşmaz” derlerdi. Kuzey Kafkasya’nın ve diasporalarının depolitize bir kitleden oluşması, olumsuz sosyo-politik şartlar ve geçmişteki başarısızlıkların hiçbirisi umudumuzun tükenmesine sebep olmamalıdır. Karşımıza 1917 veya 1989 sonrasına benzeyen bir fırsatın bir daha çıkmayacağını kim söyleyebilir? Rusya, Çarlık döneminden beri yaptığı tüm makyajlara ve estetik operasyonlara rağmen aynı devlet mekanizmasını hala sürdürmektedir. Bu bizim için sömürge statüsünün 150 yıldır devam ettiğini göstermekle birlikte, Rus devlet organizmasının zaaflarının da süregeldiğini de hatırlatmaktadır. Sözde “federal” Rusya, merkezi gücün tüm aparatlarıyla bir arada zorla tuttuğu yamalı bohça gibidir. Selefleri nasıl çözüldü ise demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda hiç umut vaat etmeyen Rusya’yı da aynı son beklemektedir. Öyle ise buna hazır olmak lazım. Bizim şimdi 1917 ve 1989 dönemlerinde kaçan fırsatlara üzüldüğümüz gibi gelecek nesillerinde bizim ve genç kuşakların kaçıracağı yeni fırsatlara üzülmemesi için şapkamızı önümüze koyup, genel bir özeleştiri yapmamız ve bunun ışığında gelecek kurgularımızı yeniden oluşturmamız gerekir.
Önceki dönemlere göre bir sürü avantajımız var. Hem Kuzey Kafkasya hem de diasporalar sosyo-ekonomik şartlar gereği köylü toplum olmaktan süratle çıkıyorlar ve şehirleşiyorlar. Geleneksel yapının ve kültürel dokuların tahribatına da yol açan bugelişmeler olumsuz gibi görünse de tarihin tekerini geriye çevirme şansına sahip değiliz. Bu gelişmeleri yeni enstrümanlarla fırsata çevirmeliyiz. Tarihe baktığımızda tüm medeniyetlerin, fikirlerin, ideolojilerin, felsefelerin döl yatakları şehirlerdir. Tüm modern ulusal hareketler şehirlerde oluşmuş ve şehirlerde kök salmıştır. Kuzey Kafkasya’nın zihniyet devrimi gerçekleşecekse şehirlerde gerçekleşecektir. Ama bunları söylerken şehirlerde oluşan her toplumsal hareketliliği de olumladığımız anlamı çıkmasın. Şehirlerde oluşturulmuş köylü gettolarından ve hemşehri duyarlılığıyla (veya etnik egolarla) kurulmuş sivil toplum örgütlenmelerinden Kuzey Kafkasya politik mücadelesine hiç bir fayda yoktur.
Bir avantajımızda iletişimin önceki dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde artmış ve kolaylaşmış olmasıdır. Kuzey Kafkasya ve diasporalarının fiziki teması ve sanal iletişim imkânları, kullanabilenlere mücadele için büyük fırsatlar tanımaktadır. İletişim imkânları sayesinde her türlü yazılı ve görsel enformasyona ulaşılabilmektedir. Bu sayede kütüphanelerin tozlu raflarında sıkışmış ve unutulmuş nice bilgi ve belge artık bir tık mesafesindedir. Tüm tarihsel sürecimiz ve özellikle son dönemler yeniden okunmalıdır. Hiçbir şeyi kutsamadan, yeni tabular çıkarmadan, eksikler ve başarılar neyse hepsi deşifre edilmelidir. Ulusal politik kimliğini ve varlığını yaşatma, politik ideallerini gerçekleştirme azmi taşıyan yeni kuşaklar, her açıdan zamanın ruhuna uygun topyekün bir mücadelenin şart olduğunu ve bu mücadelenin ana ekseninin de politik çalışmalar olacağını unutmamalıdırlar.
Hazırlayanlar: Tlışe Canset Arslanbay – Dibab Furkan Soyupak
Comments
No comment