2. Dünya Savaşı ve Stalin’in İntikamı – Robert W. Schaefer

1939’da Stalin ve Hitler arasında ihtiyatlı bir ittifak vardı, Stalin’in desteği ile Almanya, Polonya’yı işgal etti ve 2. Dünya Savaşı’nı başlattı. Üç ay sonra Stalin Finlandiya’ya saldırdı. Savaşın başlarında Kızıl Ordu sayıca üstündü; Finlerin her bir tankına karşılık 200 tank, her bir hava taşıtına 30, her bir askerine karşılık da 4 asker düşüyordu (savaş ilerledikçe bu oranlar daha da artıyordu).Buna rağmen Finler, tarihteki en kahramanca direnişlerden birini gerçekleştirdiler ve Kızıl Ordu’da büyük kayıplara yol açtılar. Stalin; yaptığı Büyük Tasfiye ile ordu subaylarının %50’sini, üst kademe subayların %80 ‘ini ortadan kaldırdı. Bu demek oluyordu ki yeni “üst kademe” subaylar, bundan sadece iki yıl önce kıdemsizlerdi. Askeri başarıları yüzünden değil de partiye olan sadakatleri sayesinde mevkii atlamışlardı.

Fin direnişi ve Kızıl Ordu’da yarattığı tahribat; Kafkasya’daki Balkarya ve Karaçay’da başlayan ve hemen ardından Çeçenistan-İnguşetya’ ya yayılan tam teşekküllü ayaklanmalara ilham kaynağı oldu. Ayaklanmaya; devletin Çeçenya’ da gerçekleştirdiği  suistimallere yönelik eleştirilerinden dolayı komünistler tarafından tutuklanmış, eski komünist parti üyesi, şair ve oyun yazarı Hasan İzrailov önderlik etti. 1934’te serbest bırakılan İzrailov, Komünist partiyi politikalarını değiştirmeleri hususunda uyardığı, politikalarının değişmemesi halinde genel bir ayaklanma çıkacağı ile ilgili sözlerinden sonra 1937’de ikinci defa hapse atıldı. 1939’da yeniden serbest bırakıldıktan sonra kendi öngörüsünü kanıtladı ve kendisi bir ayaklanma başlattı. Birkaç ay içinde İzrailov yanlıları, Çeçenya’ nın büyük bir bölümünde kontrolü ele geçirdi. Direniş, Finlandiya’nın Sovyetlere karşı muhtemel kaybına rağmen büyümeye devam etti. İzrailov’ un isyanı kayda değerdir çünkü Kuzey Kafkasya’nın uzun isyan tarihinde ilk defa silaha sarılma çağrısını dini otoriteler yapmıyordu ve ilk defa savaş lideri insanları cihada veya gazavata çağırmıyordu, ideolojisi İslam’a dayanmayan ilk isyandı. Büyük sayılara komutanlık eden Sufi Şeyleri İzrailov’ un örgütünde hala önemli bir yere sahiptiler ancak artık onlar tüm örgütü yönetmek yerine örgütün bir parçası olmuşlardı.

1940’ta İzrailov, kendi liderliğinde “Geçici Çeçen-İnguşetya Devrimci Halk Hükümeti “nin kuruluşunun ilan edildiği ulusal bir kongre topladı. En nihayetinde Finlandiya SSCB’ye karşı yaptığı Kış Savaşı’nı kaybetti –topraklarının %9’unu ve endüstriyel kapasitesinin %20’sini kaybettiği gibi. Kış Savaşı’nda elde ettiği zafere rağmen Kızıl Ordu’nun zayıf olduğu ortadaydı. Finlandiya’nın tesliminden birkaç ay sonra Wehrmacht’ın Komünistleri yenebileceğine ikna olan Hitler, Rusya’nın istilasını planlamaya başladı.

Yaklaşık bir yıl sonra, Haziran 1941’de, Hitler Stalin’e ihanet etmiş ve Rusya’nın kuzeyde bulunan Arhangelsk’ten, Hazar Denizi’ne kıyısı olan Astrahan’a uzanan Avrupa’daki bütün topraklarını ele geçirmek amacıyla Barbarossa Harekâtını başlatmıştır. Naziler “A-A hattı”na ulaştıklarında Karadeniz ve Kırım yarımadasını, SSCB’nin bütün endüstri merkezlerini, gıda üretim merkezlerinin büyük bölümünü ve yağ endüstrisinin hepsini (Bakü ve Grozni çevresi) kontrol altına almış olacaklardı. Naziler hızlı bir şekilde ilerledi ve Stalin, bütün ağır sanayisini SSCB’nin iç kesimlerine tahliye etmek zorunda kaldı. 226 fabrikayı Kafkasya’ya taşıyıp, Moskova ile Transkafkasya arasına demiryolları inşa ederek bölgeye yeni bir sanayi alanı kurdu. Bu her ne kadar bölgeye iyilik gibi görünse de Stalin dağlılara olan nefretini unutmamıştı. Alman Ordusu yakınlarda olmadığında Komünistler, arda kalan isyanları yok etmek amacıyla Çeçenya-İnguşetya’yı düzenli bir şekilde bombaladı.

Şubat 1942’de, Mairbek Shepirov tarafından yönetilen başka bir Çeçen isyancı grubu, Çeçenya-İnguşetya’nın güneybatısını kontrol altına aldı ve İzrailov’un kuvvetleriyle bağlantı kurarak güneydeki dağlık bölgenin neredeyse tamamını ele geçirdi. Batı’da, Almanlar Ukrayna’yı ele geçirmişlerdi ve Alman ilerlemesi beklentisi içerisinde İzrailov ve Şeripov “Çeçen-İnguş Halkına Çağrı” isimli ortak bir bildiri yayınlayarak Almanların ancak Kafkasya’nın bağımsızlığını tanıması halinde hoş karşılanacaklarını belirtmişlerdir. NKVD, hemen hemen 25.000 erkeğin İzrailov’un emirlerine uymaya hazır olduğunu, Grozni, Gudermes ve Malgobek (İnguşetya)’daki hücrelerinin oldukça etkin olduğunu ve üst düzey devlet memurların Almanlarla iletişim içinde olduğunu bildirdi.

Almanlar Kafkas beşinci kol fikrine kuvvetle inandılar. Daha hızlı sonuçlar elde etme endişesiyle Hitler, Güney Ordu grubunu Grup A ve Grup B olmak üzere ikiye ayırdı. Grup A güneye dönüp “Operasyon Edelweiss” ı yürütüp Kafkasları ele geçirirken Grup B doğuya, bu destansı savaşta darmadağın olacak olan Stalingrad’a gitmeye devam etti. Hedef petrol yatakları olduğundan dolayı Almanlar yanlarında üretimi derhal başlatacak 15.000 petrol işçisi de götürdüler. Alman Ordusuna yol hazırlamak için Abwehr (ABD’nin OSS veya İngiliz SOE benzeri Alman İstihbarat teşkilatı) “Kuzey Kafkasya Özel Komando Operasyonu ‘Şamil’(Nordkaukasische Sonderkommando Schamil) “ adıyla özel bir operasyon planladı. Paraşütlü özel birlikler Çeçenya’daki pek çok noktanın arkasına inerek, partizanlarla bağlantı kuracak, Grozni petrol rafinerisi ele geçirilecek ve Alman Birinci Panzer Ordusu gelene kadar çekilen Kızıl Ordu’dan bunlar korunacaktı.

Temmuz’un 23’ünde Rostov-on-Don(Kafkasya’nın Kapıları) Almanlarca düşürüldü. 11 gün içerisinde Almanlar, 320 kilometre kadar güneye ilerledi ve Stavropol’u ele geçirdi. Sonra Kafkas dağlarının kuzey taraflarına yayıldılar ve bir ay içinde (doğudan batıya) Novorossiyk, Maykop, Pyatigorsk ve Mozdok (Yermolov tarafından kurulmuş kalelerden biri) ele geçirildi. Gerilemekte olan Kızıl Ordu Maykop’daki petrol kaynaklarından birini patlattı. Böylece Almanların; Kızıl Ordu’nun sahip olamayacağı her petrol altyapısını yok edebileceği hakkındaki şüphelerini doğrulamış ve Almanya’nın Kızıl Ordu yıkmadan önce, Grozni’deki bütün önemli petrol kaynaklarını güvenlik altına alması gerektiğini göstermiştir. Ağustos’un 25’inde kumandanlar liderliğindeki dört bölükten oluşan (toplamda 50’den az) ”Şamil” operasyonu, Çeçenya’nın farklı köylerinde başlatılmıştır. Operasyon, Grozni’deki petrol rafinerisini almakta başarılı oldu ama Alman Panzer Ordusu Çeçen-İnguş sınırlarının 15 km yakınlarında durduğunda geri çekilmek zorunda kalındı. (Grozni’nin 90 km uzağında).

Çeçen ayaklanması ve ek olarak iki Dağıstan isyanı da dahil olmak üzere(Novolakskaya ve Dylym) Sovyet savunmasından kayda değer insan gücünü uzak tutmuşsa da Kızıl Ordu’nun Alman saldırısını püskürtmesini engelleyemedi. Alman komandoları İzrailov’un kuvvetleri ile bağlantı kurmuş olsa da Almanların Sovyet hattını kırmadaki ve dağlıları özgürleştirmedeki kabiliyetsizlikleri onları kavganın dışında tuttu. İki aydır Mozdok’ta stabilize edilen hat isyancılar için bir felaketti. Almanlar saldırı operasyonlarına girişemiyorlardı çünkü Stalingrad’daki savaş güçlerinin büyük çoğunluğunu çekmiş, böylece Kızıl Ordu durumdan avantaj sağlamış ve acımasızca Alman hattı ve şüphelenilen isyancı pozisyonları vurulmuştu. Çünkü Kızıl Ordu’nun çoğunluğu Çeçen-İnguşetya’da idi ve Almanlar kendi pozisyonlarını korumak dışında bir şey yapamıyorlardı. Sovyet Kuzey Kafkasya Cephesi devasa boyutlarda gücün ve hava saldırılarının kullanılması ile bölgenin kontrolünü geri aldı. Kızıl Ordu 1943’ün ilk aylarında Almanlara karşı saldırıya geçtiğinde, ayaklanma bastırılmış ve pek çok Vaynah hattı yararak Almanlara katılmış veya dağlara kaçıp saklanmış ve birkaç on yıl boyunca gerilla saldırılarını sürdürmüşlerdir.

Çeçen ve İnguşların tamamı Almanları desteklemedi. Pek çoğu Kızıl Ordu’ya kayıtlıydı ve hem ayaklanmaya hem de Almanlara karşı savaşmıştı. Stalin durumu bu şekilde görmedi.

“Mercimek” Operasyonu (Chechevitsa)

23 Şubat 1944’te (Kızıl Ordu Günü), 120.000’den fazla(NKVD, NKGB ve SMERSh) özel kuvvet bütün Çeçen ve İnguş nüfusunu yeniden yerleştirmeye başladı. Askerler bölgeye standart Kızıl Ordu üniformaları ile bir ay önce geldiler yerleştikleri her köyde köprüleri ve yolları tamir edeceklerini belirttiler. Tabii ki gazeteler de dezenformasyona devam ediyorlardı. 22 Şubat akşamı, birlikler halkla birlikte Sovyet Ordu Gününü kutladılar, geceden sonra köylülerin kaçmasını engellemek amacıyla köyleri çevirdiler. Şafak vakti köylüler köy meydanlarına götürüldü, sürgün emri okundu ve her aile için 45 kilodan fazla olmamak üzere eşyalarını toplamak için 30 dakika verdiler. Yük kamyonlarına dolduruldular, tren istasyonlarına bırakıldılar ve oturmak için yerleri olmayan hayvan vagonlarına sıkıştırıldılar. Çok az yemek ve su ile bir aya yakın seyahat ettiler, tifüs kırdı geçirdi ve birçoğu yolda öldü.

Vaynahların çoğunluğu Kazakistan’a gönderildi; geriye kalanlar ise Kırgızistan’a. Vardıklarında yeterli ev ve erzak bulunmamaktaydı; yiyecek ihtiyaçları genellikle yerel Komünist idarelerce tahsis ediliyordu, zor fiziksel işlerde çalışmaya zorlandılar ve yerleşim yerlerinin 3 kilo metreden uzağına çıkmaları yasaklandı. Bunlar şanslı olanlarıydı. Uzak köylerde yaşayan veya seyahat etmek için fazlasıyla zayıf olan Vaynahlar ise öylece öldürüldüler, köyleri yakıldı ve bölgelerine giriş yasaklandı. Çoğu tarihçinin rakamın daha fazla olduğunu düşünmesine rağmen resmi NKVD istatistikleri 145.000 kişinin sadece sürgün yıllarında öldüğünü göstermekte. Sürgün sırasında kaç kişinin öldüğüne dair resmi bir rakama ulaşmak olanaksız olsa da bazı kaynaklar yerleştirilenlerin yüzde 60-65’inin ilk yerleştirildikleri zamanlarda öldüğünü iddia etmekte.

Stalin’in Çeçenler ve İnguşlar’dan kurtulma arzusu doruğa ulaşmıştı, kelimenin tam manasıyla onlar varlık aleminden, tarihten ve haritadan siliniyorlardı. Köylerin ve bölgelerin çoğunun ismi Rus isimleri ile değiştirildi, Sovyetler birliğinin başka bölgelerinden gelen göçmenler ile bölgeyi yeniden iskan etmişler ve Çeçenya ile İnguşetya haritadan silinmişti. Tek kalıntı Grozni adıyla kurulan, Çeçenya ve İnguşetya’nın bir zamanlar olduğundan çok daha küçük olan yeni oblast idi. Dağıstan, Gürcistan (Stalin’in anavatanı) ve Kuzey Osetya’nın çevresindeki bölgeler bu Cumhuriyetlere katılıyordu ve böylece bu iki milletin varlığına son verildi. Zorunlu göç sırasında, büyük Vaynah gerilla saldırılarına ilişkin bir rapor yoktu, bu durum yeniden yerleştirmenin tarih boyunca neden ayaklanma karşıtı bir teknik olarak kullanıldığını açıklamaktadır.

1953’te Stalin öldü ve Komünist Parti liderleri yeni Birinci Sekreterin, Lavrenti Beria(Bir başka Gürcü) ‘nın kendi gücünü korumak için Stalinvari bir şekilde herkesi öldüreceğinden korktular. Beria NKVD’nin başıydı ve Büyük Tasfiye’nin başlıca sorumlusuydu, Vyacheslav Molotov’un hatıralarında Beria’nın Stalin’i zehirlediğini itiraf ettiği belirtilmektedir. Beria’yı Stalin’in vazgeçilmezi yapan şey şimdi ona karşı kullanılıyordu ve o tutuklanarak idam edildi. Nikita Kruşçev en sonunda iktidara geldi ve Sovyetler Birliği ufak da olsa rahatlamaya başladı-özellikle Kruşçev’in Stalin’in kişi kültünü sökmeye başlamasından sonra. Bu süreçte bir kısım Vaynah Çeçenya’ya gizlice dönmeye başladı. 1955’te bir çok kişi Grozny Oblast’ına dönüyordu ve 11 yıldır işgal altında olan evlerine dönmeyi talep ediyorlardı. Evlerini geri almaları mümkün olmadığında, Vaynahlar “onların yanlarına sığınaklar inşa edip yerleşiyorlar ve muazzam derecede sembolik bir hareketle Orta Asya’da ölen yakınlarından kalanları getiriyorlardı, böylece atalarının topraklarında huzur bulmuş olacaklardı.

Kruşçev, her şeyi mümkün olduğu kadar Anti-Stalin zaviyeyle yapıyordu, ancak yine de onun mirası ile, Vaynah sorunuyla karşı karşıya kalıyordu. Atalarının topraklarına dönmek ve Stalin’in seneler önce yerleştirdiği yerleşimcilerin boşaltılması dışındaki hiçbir şeyi kabul etmiyorlardı. Vaynahlar’a yapılan, Orta Asya’da kalmaları veya fazlasıyla toprak verilmesi yönündeki bütün öneriler başarısız oldu. Çeçenya’ya topluluk olarak dönme istekleri zor ve kırılgan bir durum yaratıyordu ve çoğunun yaşayacağı veya bir şekilde çalışabileceği yerler yoktu.

Kruşçev’ in Komünist Parti Kongresi’ne yaptığı şimdiler de ünlü “gizli konuşmasından” sonra, Merkez Komite 1956’da Çeçen ve İnguşların da yer aldığı sürgüne maruz kalan halkların ulusal otonomilerinin yeniden diriltilmesini gündemine aldı. Sovyetler Çeçen ve İnguşlar’dan eski evleri ve varlıkları hakkında iddiada bulunmamalarını amaçlayan imtiyazlar elde etmeye çalıştı ancak Vaynahların çoğunluğu bunu imtiyazları reddetti. Hükümet Vaynahları basitçe hayatlarını idame ettirecek yerler inşa edilene kadar aşamalı olarak döndürmeyi planlıyordu ancak çoğunluk ulaşım imkânına kavuşur kavuşmaz evlerine geri döndü. Vaynahların eski anavatanlarındaki yeni gerçekliğe entegre olmaları amacıyla alçak bölgelerde ve Grozni çevresinde yerleşimler ve çalışma kooperatifleri kuruluyordu. Hükümet Vaynahların tekrar dağlara ve ayaklanmacı grupların dolaştığı ve zaman zaman otoritelere saldırdığı geleneksel kalelerine dönmelerini engellemek istiyordu. Ek olarak, Sovyet hükümeti geri dönmek ve yeni Çeçen-İnguş SSC’yi içeren idari sınırları yeniden çizmek zorundaydı. Ancak bir şekilde hala dönmekte olan Vaynahlar nüfus olarak azınlıkta olmalıydı ve bu sebeple bölgenin kontrolü Ruslar ve Kazaklara bırakılmıştı. Şaşırtmayacak bir şekilde, hükümetin davetiyle 1944’te Çeçenya’ya yerleşenler ile Vaynahlar arasında büyük çaplı çatışmalar patlak verdi. Ancak ayaklanma bitmiş gibi görünüyordu, gerilla saldırıları nadiren oluyordu.

Sonraki 30 yıl boyunca, Çeçenya sakindi. Sovyetler sonunda Kafkasya’nın boyunduruğunu gerçekleştirmiş gibi görünüyordu. Ancak, sonradan anlaşılacaktı ki, Çeçenler gerçekten pes etmemişlerdi, belki aktif savaşa girmiyorlardı ama durumu “pasif direniş”e döndermişlerdi. Ayaklanma tabirleri ile açıklarsak, gizli ve başlangıç aşamasında olan “yer altı” hareketi paralel hukuk ve sosyal kurumlarıyla oluşturulmuştu. Müslüman inanınca göre, bu “fikir savaşı” idi. Bunun belirli bir istikamette sürdürülen aktif bir ayaklanma hareketinin bir parçası olduğu söylenemez. Alternatif yokluğu içindeki Vaynahlar, Sovyetlerin asla onları düşünmeyeceğini biliyor ve bu sebeple de kendi başlarının çaresine bakabilmek için  başka yollar arıyorlardı. Sovyetler “davranışı baskı altında tutma” stratejisini ilk olarak 1956’daki “rehabilitasyon”da kullandı ve şimdi “zihinleri değiştirme” stratejisini barış döneminde kullanıyordu, belki de ayaklanma bir kere idi ve bitmişti. Ancak bu Komünist stili değildi ve halkı güçsüz tutmak için tasarlanmış “davranışları baskı altında tutma” stratejisini devam ettirdiler. Fakat bu sadece ayaklanmanın yeniden yapılanması ve güçlenmesi için zaman kazandırıyordu. Bu askeri temelli “baskı” stratejisinden ilk geri adımdı. Kısa vadeli sonuçlar üretiyorlardı ancak sorunun kendisi ile baş edemiyorlardı. Çeçenleri özgürlükleri için savaşmaktan alıkoyacak tek yol özgürlüğü istemelerinin önüne geçmek veya hepsini öldürmekti. Bu fikirde Stalin ayak dirememiş olsa da Kruşçev başka tipte bir adam gibi görünüyordu. Sovyet sisteminin potansiyel avantajlarına rağmen o asla Vaynahlar’ a yönelik önemli adımlar atmadı. Çatışma tekrardan patlak verene kadar, onların durumu sadece bir zaman meselesiydi.

Pratik terimlerle, Sovyetler Vaynahlar’ ı “bize karşı onlar” şeklinde düşünmeleri için zorlamaya devam etti; o kadar ki Vaynahlar yer altı cemaatler ve örgütler yaratma yoluna girmişlerdi.  Sovyetler tamamen kaynak ekonomisine veya muhtemel bir ayaklanma halinde yok olmaya mahkûm sermayeye dayanan mavi yakalı bir orta sınıf oluşturmak yerine, daha fazla etnik Rus’u bölgeye getirerek, petrol endüstrisindeki daha fazla prestijli işlere yerleştirdi ve Vaynahlar’ ın yerel hükümetlerdeki temsilini kısıtlayarak, onları azınlık olarak tuttu. 80’lerin sonundaki Gorbaçev’in Perestroyka’sına (yeniden yapılanma) veya bir Çeçenin sonunda Çeçen-İnguş SSC’nin lideri olmasına kadar, yerel idareler Ruslar tarafından yönetiliyordu. Çeçenler bu iktidar eksikliğine geleneksel yollardan cevap verdiler. Yabancıların üç katı kadar çocuk sahibi oldular, klanlarının karşılıklı desteğine inanılmaz şekilde güveniyorlardı, hükümet ve iş dünyasına sızdırılan yer altı (suç ve karaborsa) organizasyonları kuruyorlardı. Özellikle de Brejnev’in yolsuzluk yıllarında güçlü bir komuta yapısı oluşturuldu.

1930’lardan 1980’lere kadar sürdürülen bir diğer Sovyetizasyon programı ise dinin kökünü kurutmaya yönelikti. Ancak dağlıları İslam ve Sufizm’ den başka bir şeye ikna etme girişimleri sonuç vermiyordu. Dersler ve kararnameler Komünizm’ in halkı geri kalmışlıktan kurtardığını iddia ederken Vaynahlar’ ın ikna olduğu tek şey Sovyetlerin şeytan ve sisteminin de gayri meşru olduğuydu. Hiçbir özür sunulmaksızın, erken Sovyet dönemi baskıları hiç olmamış, bütün bu olaylar yaşanmamış gibi davranılarak Vaynahlar’ a yaşananların üstesinden gelebilme ve toplum olarak devam edebilme şansı verilmedi.

Vaynahlar için tek meşru otorite Sufizm olmaya devam ediyor gibiydi ve Sovyetler Sufilerin kökünü kazımak için daha fazla uğraştıkça Sufi tarikatların gücü daha da genişliyordu. Bu dönem boyunca “Çeçen İnguş SSC’nin büyük bölümünde Sufi şeyhleri ve yaşlıları hayatı Sovyet hukuk sistemine göre değil şeriat ve adat’a göre düzenliyorlardı”. Bunlar izole edilmiş cemaatler değildiler. Sovyetlerin dinlerini yok etme girişimlerine SSCB bünyesindeki Müslüman topluluklar arasında en güçlü şekilde yanıt verenler Çeçenler olmuştu ve bu durum zaman içinde de değişmedi. 1970 Sovyet istatistiklerine göre, Çeçenlerin yüzde 90’ı hala Müslüman inancına göre evleniyor, yüzde 99’u dini cenaze töreni düzenliyor ve dini bayramlar hala halkın çoğunluğu tarafından kutlanıyordu. 20 yıl sonra, 1993’te -1994’teki Rus Çeçen savaşından hemen önce- Çeçen halkının yüzde 99’u kendisini dindar olarak tanımlıyor ve yüzde 74’ü de inandığı dinin ibadetlerini yerine getirdiğini söylüyordu. Bugün bile, Çeçenler ‘in çoğunluğu Ramazan ayında oruç tutmakta ve şu anki başkan Ramzan Kadirov tarafından, 2008’de, bütün Çeçenler ’in Ramazan ayı boyunca oruç tutmaları için çağrı yapıldı.

Sovyetler aynı zamanda 1960’ların ortalarına kadar Çeçen dağlarındaki köyleri insansız tutma operasyonlarını sürdürdü. Çeçenler kuzeydeki Kazak köylerini yavaşça geri alarak cevap verdiler ve Sovyetler operasyonu durdurur durdurmaz dağ köylerine yeniden yerleştiler. İnguşlar ise Vladikavkaz’ ın doğusunda yer alan ve Stalin’in İnguşetya’nın ilgası kararından sonra, 1944’ te Kuzey Osetya’ya verilen çok sevdikleri Prigorodny Rayonu’ nu geri alamadılar. Orta Asya’dan dönen İnguşların Prigorodny’ deki evlerine erişimleri engellense de İnguşlar umutlarını asla kaybetmediler. 1970’de dönüş için ciddi bir protesto gerçekleştirdiler ve 1992’de Kuzey Osetyalılar ile kısa ama kanlı bir savaş yaşandı; Sovyetler ise Osetleri destekledi.

Sonunda Vaynah kuzenlerin bölünmesine ve İnguşetya’nın 1994’ te bağımsızlık savaşından hemen önce Çeçenya’dan ayrılmasına Prigorodny’nin sebep olduğu düşünülür. İnguşlar, Çeçenler’i desteklemedikleri takdirde Kuzey Osetya tarafından işgal edilen bölgelerini alabilmeleri için Rusya tarafından destekleneceklerine inanıyorlardı. Kuzen halklar arasındaki bu tarihi ayrışma Ruslar tarafından mükâfatlandırılmadı ve Prigoridnyi ise bölgede hala tartışma konusu olmakta. Yeniden yerleşimden 50 yıl boyunca Kafkaslar sakindi – 1700’ lerden beri bölgenin tanık olduğu en uzun sükûnet dönemi olduğu söylenilebilir. Her ne kadar Vaynahlar değişiyor ve Sovyet sistemine adapte oluyor gibi görünse de bu görüntü sadece bir arzudan ibaretti. Kuzey Kafkasya halkları sadece üzerlerindeki dış baskılara tepki gösteriyorlardı. Onlar, Ruslarla Kafkasya’da ilk defa karşılaştıkları zamanlarda yaptıkları gibi, beklediler. Ailelerine, klanlarına ve Sufizm’ e dönüp, sayıca güçlenip örgütlendiler ve Sovyetlerin ( sonrasında Rusya) onlar için bir gelecek sunmadığı fikrine ikna oldular.

The Insurgency in Chechnya and the North Caucasus: From Gazavat to Jihad – Robert W. Schaefer s:100-107

Çeviri: Jan Hanuko & Furkan Dzapsh

Bir cevap yazın